HAN DUVARLARI
“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış bur da yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa…”
ULUKIŞLA’DA SAAT BEŞ
Saat beş. Yoğurt vuruyor analar, akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.
Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli’de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sübyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?
Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
İnsanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
Isparta’da koku yapılır gülden
Aksaray’da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari’de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla’da saat beşte
Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.
MEMLEKETİM
“… Memleketim,
Memleketim ne kadar geniş,
dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve cenuba, pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum…”
Nazım Hikmet
EY ULUKIŞLA
Talihin mi kötü, bahtın mı kara
Niye boynun bükük ey Ulukışla
Yoksulluk bağrında kanayan yara
Görenler sanıyor köy Ulukışla
Son günlerde adın duyuldu birden
Artık aralansın kapanan perden
Yıllardır hakkına milli gelirden
Neden az düşüyor pay Ulukışla
Karayolun ile hem demiryolun
Toroslara doğru uzanır kolun
Eksilmez ayazın yağmurun dolun
Emeklerin olmuş zay Ulukışla
Çok şey verdin ama hani aldığın
Nice derin hayallere daldığın
Yeter yıllar yılı cüce kaldığın
Artık atmalısın boy Ulukışla
Çağa damga vurup yarışmak için
Dostluk ırmağına karışmak için
Gerçek hedefine erişmek için
Oka yönü veren yay Ulukışla
Kendi ellerinle sar bu yarayı
Silmelisin alnındaki karayı
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı
Dokunmasın sana fay Ulukışla
Tarihi yakala ve çağı atla
Çalış gelirini ikiye katla
Kim ne kazanmış ki kuru inatla
Bu senlik benlikten cay Ulukışla
Cehri, Alpagut ve Gardaş Gediği
Çalsın suskun duran barış düdüğü
Düşmanların ilk darbeyi yediği
Şavkıyan çeliksin, ray Ulukışla
Gurbeti sılaya bağlayan tren
Gardan yol alırken çalınca siren
Sevdanın yükünü alıp götüren
Acıyı bal eyle vay Ulukışla
Selam yiğidine selam erine
Helal emeğine alın terine
Dilerim karanlık gecelerine
Umutla doğacak ay Ulukışla
Bir asırlık çınar tarihi kaza
Katlandın yıllardır verilen aza
Dilerim zenginin çekilmez naza
Her türlü hizmete doy Ulukışla
Fikret’in sözünü duy, iyi anla
Kendi gayretinle kendi çabanla
Çalış azim ile şerefle, şanla
Sırtın yere gelmez duy Ulukışla.
Fikret Dikmen
bolkar gerillası
Ey hükümsüz padişah-mızrak çuvala sığar mı
bir yanımda mızrak duruşlu anadolu kadını
bir yanımda tüysiklet gerilla ahmet onbaşı
gürsak’ta üç musluklu çeşme-kutsal su
“işgal değil haçlı saldırısı” dikkat-bu
“istiklalsiz din-iman olmaz” dedi
kuvvacı müftü bahaddin efendi
gazi paşa-ahmet hocaya el verdi
ulukışla; ilk kıvılcım-son sığınaktı
hamidiye-kamışlı-ömerli ve çamalan
çakıt çayı-şekerpınarı-horozderesi alkan
fransız kara katarın son yolu ulukışla-han
buranın taşı toprağı düşmanı iyi tanıdığı an
berberiler yaman – fransız binbaşı kırık keman
işbirlikçi kaymakama inat-müdafa cemiyeti-o an
ey vatan-kışlahan-çiftehan-güney kapısı
sansar-zevter ağacı-çatal kaya-lulu ateşi
ilk ışık-son firari beyağıllı müfettiş hilmi
ince uzun bacaklı başkomutan’ın ilk sesi
“benim köylü önderlere güvenim tamdır”
gülek boğazı-kar boğazı-pozantı cephesi
toros yandı-yankılandı karıncadağ tepesi
dumlupınar’da ulukışlalı rıza oğlu ethem
daha 15 yaşında çocuk şehitti-barış-hem
yenice buluşması-68 kuşağı ve gezi koru
o nöbet anı-bolkar gerillası ulusoy yaman
ana-anadolu vatan-aşkımız son düşistan
kutsal sevda-yitik zaman ışığı-yüce nöbet
baş eğme-sevgini sebil eyle-ataya minnet
umut ve ütopyanı yitirme-durma – hayal et
uyan-isyan et-ulukışla halk fırkası-yeniden.
www.dursunozden.com.tr
16 nisan 2014-ulukışla
erozyon
ulukışla’da
yeşil ölüyor
çiçek soluyor
ağaçlar ağlıyor
seviler çürüyor
insanlık eriyor
toprak kayıyor
dağlar soyunuyor
tepeler küçülüyor
kayalar büyüyordu
dursun özden
düş yorgunu
ulukışlak, han değil
düşümdeki sen, şen değil
gözümdeki fer, şer değil
yüzümdeki ben, ten değil
içimdeki ben, men değil
dilimdeki lal, hilal değil
solan gül, eylül değil
leylim ley!
şafağı vurmayın
aşkı kutsuyor gün
tan kızılı altın mı?
içimdeki mavi fener
sevgisiz kuruyan çınar
aşksız can çekişiyor us
körün göğü hüzmesiz
bir damla okyanus
fotoğraftaki dudak izi, sen sus!..
peki be çocuk
ben hangi düşün yorgunuyum?
dursun özden
dumlupınar destanı
gazi’nin beğendiği tepe, şavkıyınca zefer tepe
kükredi anadolu şaha kalktı, düşman sere serpe
dağlar, ovalar, ırmaklar değil, tarih yanıyordu
ölmeyi emrettiğinde, ölüm o’ndan korkuyordu
sonsuz ölüm dağının burcunda utkuyu gördü
“ya istiklal ya ölüm” deyip, atını denize sürdü
devrimdi, gök mavisi gözlerinde kayan yıldızlar
bağımsızlık için direnen analar, çocuklar, kızlar
bebeği karnında, düşü ardında, atı at değil küheylan
elif’in omzunda dünya, kırık kağnıya koşulan ceylan
son nefesinde, daha 15 yaşındaydı, ulukışlalı ethem
mavzeri boyundan uzundu, incecik parmaklıydı hem
kurşunu yürek korunda eritip, kurşun kalemle yazdı
yavuklusuna son mektubu, 30 ağustos’tu, son yazdı
göz-gez-arpacık, arpa boyu ilerliyordu zaman, oy amann
türkiye sevdası bu utku, dumlupınar geçilmez, pek yaman
dursun özden
anne kokusu
güneşi öptü çatalkaya
bey-ağılı kam düngürü
kar ile korun ak öyküsü
sevgisi sebil düğünde şık
yoksuldu közde yanan su
annem doğduğu köyde ışık
avucu yumuk, derisi kırışık
iksirim ana sütü ana kokusu
can suyunda dönen değirmen
sevdası yalın, hüzün duygusu
sevilerin en misi, anne sevgisi
kaçak günlerde ölüm korkusu
dünya döner başım döner anne
devran dönmez şaman yontusu
savaş kaç bebeği öksüz bıraktı
uzaktan gelen ses sürgün mavi
kavruk suskundu anne çığlığı
annem deryada, bir damla su
duygularım yeşermiyor annem
yitik zaman ışığı kör hüzmesiz
kayboldum gecede, gözümdün
yanık türkülere gömüldü annem
günlerim seninle-ama sen yoksun
düşüme düşen çim yeşili bakışların
nasırlı ellerin nadasta, su altın tasta
bir sızı bir özlemdi, ipeksi dokunuşu
uzanırım dallara kınalı saçların elimde
yüceden bakan göz her nefesi bilge söz
“vah” deseler ağlayacağım, sulu sepken
ırmaklar ve su perisi, yüreğimde can-su
feryadı dingindi, kam telaşı-halı dokusu
sessizce, kuytularda göz kırptı zencefil
tüm kokuların hası-şifalı anne kokusu.
dursun özden
beyağıl tableti
atalarımız yaşıyordu, biz yokken
torunlarımız yaşayacak, biz yokken
bizimle yaşam hoş, emek bereketli
öz sularımız coşkulu, çağıl çağıl
dağlar, yıldızlar, yüreğimiz kenetli
sonsuza uzanır eller, dolgun tahıl
toprak kutsal, barış-sevgi adaletli
bilgeler ordusuna katıl, koş-dağıl
mustafa kemal sevdası, en kudretli
anadolu’nun aydınlık yüzü beyağıl
dursun özden
ulukışla tableti
deli rüzgarın bıçkın oğlu kara tren
kaç tünel geçtin, özgürlüğe giden
üşüyen ateş, alın yazım kışa bağlar
kömür gözlü karıncaya aşığım ben
sevdikçe kendi ışığına sarılan yılan
yitik, yetim, boynu bükük-yabanıl
sevmek ve acı, ateş ve diriliş anı
firari, fırtına, çığlık-şaman kalbi
öküz mehmet’in feri, kutsal hanı
ulukışlak’ta kumbar dolusu al kan
anason kokulu ak kımız içeriz, dem
geçmişin içinden gelen son sarsılış
o mistik parçalanmada ölüp dirilen
kozmik yolculukta ülgen’e yakarış
kuşkonmaz-artış otunun kutsal alevi
hasta-kötü ruhlar, negatif enerji dışarı
şamancıl yolculuk, bağ damı-trans evi
kor yürekli anadolu, türklerin ana yurdu
başak-bereket, şavkıyan yüz, yürek közü
yeminim, ilk aşkım-son yongamı el vurdu
alın yazım, kırık sazım, nefesim, neyzenim
çilesi heybetli anam, şiir büyücüsü-ateş kurdu
hasbi çavuş-kuvvacı milis bahaddin
mir ali ve de beyağıllı müfettiş hilmi
“adana’ya bir kız kaçtı gördün mü”
kör gecenin düşüne yol alan lokomatif
“tren gelir hoş gelir, ley ley, leylim yar”
oyalı mendil-gurbeti sılaya bağlayan tren
bir kürek daha ateşçi, yürek aşk korunda
ısındıkça buharlaştı, kayboldu ıslak raylar
bolkar yandı, ulukışla garında inecek var.
çiftehan’da sulandım, şifalandım-aşk hali
ovacık-lı al horoz, gümüş-maden-lulu evi
“tren mi yol alıyor-yoksa evler mi” eminlik
sessiz kurbağa çığlığı, çini göl’de çil keklik
odak sevgi-su perisi-tarbaz’da düğün-şenlik
akça dolunayı ilk öpen kiraz alı-elma moru
altay kımızı-bağ bozumu şöleni alpagut koru
“bir tas ayran, bir gözleme, bir de şiir zamanı”
atatürkiye-aşk ehli ulu otağ-öksüz memed hanı
hüdavent sancağı, tan çiçeği, şeker suyu hayrat
üçyüz tavla, yüzyetmiş ocak, nimet yüklü doru at
kayıp şehrin dudak izi sansar, bel verdi çay-kavak
göçgün aşkla demlenen porsuk-hitit güneşi-aktoprak
ateşli al atlar yelesinde bin atlı süvari – kutsal şaman
ah! anadolu vatan, niğde can, ulukışla’ya canım kurban.
dursun özden / ateşli al atlar, dönence yayınları, 2008 – istanbul