TÜRK ŞİİRİNDE “Ulukışla” TEMASI, Kışlak Açılımı şiirler

HAN DUVARLARI

 “Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,124

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…

Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya.

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…

Ellerim takılırken rüzgârların saçına

Asıldı arabamız bir dağın yamacına.

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,

Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!

Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.

Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.

Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.

Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince

Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.

Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.

Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.

Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,

Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,

Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.

Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan

Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,

Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…

Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine

Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan;

Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.

Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,

Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:

Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,

Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.

Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri

Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.

Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya

Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.

Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.

Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,

Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.

Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı

Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

Gitgide birer ayet gibi derinleştiler

Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…

Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;

Fani bir iz bırakmış bur da yatmışsa kimler,

Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,

Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;

Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.

Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa

Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa…”

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

ULUKIŞLA’DA SAAT BEŞ

Saat beş. Yoğurt vuruyor analar, akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.

Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli’de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sübyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?

Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
İnsanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
Isparta’da koku yapılır gülden
Aksaray’da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari’de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla’da saat beşte
Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.

 Ahmet Oktay

 

MEMLEKETİM

“… Memleketim,

Memleketim ne kadar geniş,

dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.

Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.

Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum

ve cenuba,  pamuk işleyenlere gitmek için

Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye

utanıyorum…”

Nazım Hikmet

 

      EY ULUKIŞLA

 Talihin mi kötü, bahtın mı kara

Niye boynun bükük ey Ulukışla

Yoksulluk bağrında kanayan yara

Görenler sanıyor köy Ulukışla

 

Son günlerde adın duyuldu birden

Artık aralansın kapanan perden

Yıllardır hakkına milli gelirden

Neden az düşüyor pay Ulukışla

 

Karayolun ile hem demiryolun

Toroslara doğru uzanır kolun

Eksilmez ayazın yağmurun dolun

Emeklerin olmuş zay Ulukışla

 

Çok şey verdin ama hani aldığın

Nice derin hayallere daldığın

Yeter yıllar yılı cüce kaldığın

Artık atmalısın boy Ulukışla

 

Çağa damga vurup yarışmak için

Dostluk ırmağına karışmak için

Gerçek hedefine erişmek için

Oka yönü veren yay Ulukışla

 

Kendi ellerinle sar bu yarayı

Silmelisin alnındaki karayı

Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı

Dokunmasın sana fay Ulukışla

 

Tarihi yakala ve çağı atla

Çalış gelirini ikiye katla

Kim ne kazanmış ki kuru inatla

Bu senlik benlikten cay Ulukışla

 

Cehri, Alpagut ve Gardaş Gediği

Çalsın suskun duran barış düdüğü

Düşmanların ilk darbeyi yediği

Şavkıyan çeliksin, ray Ulukışla

 

Gurbeti sılaya bağlayan tren

Gardan yol alırken çalınca siren

Sevdanın yükünü alıp götüren

Acıyı bal eyle vay Ulukışla

 

Selam yiğidine selam erine

Helal emeğine alın terine

Dilerim karanlık gecelerine

Umutla doğacak ay Ulukışla

 

Bir asırlık çınar tarihi kaza

Katlandın yıllardır verilen aza

Dilerim zenginin çekilmez naza

Her türlü hizmete doy Ulukışla

 

Fikret’in sözünü duy, iyi anla

Kendi gayretinle kendi çabanla

Çalış azim ile şerefle, şanla

Sırtın yere gelmez duy Ulukışla.             

 Fikret Dikmen

 

 

bolkar gerillası

Ey hükümsüz padişah-mızrak çuvala sığar mı

bir yanımda mızrak duruşlu anadolu kadını

bir yanımda tüysiklet gerilla ahmet onbaşı

gürsak’ta üç musluklu çeşme-kutsal su

“işgal değil haçlı saldırısı” dikkat-bu

“istiklalsiz din-iman olmaz” dedi

kuvvacı müftü bahaddin efendi

gazi paşa-ahmet hocaya el verdi

ulukışla; ilk kıvılcım-son sığınaktı

hamidiye-kamışlı-ömerli ve çamalan

çakıt çayı-şekerpınarı-horozderesi alkan

fransız kara katarın son yolu ulukışla-han

buranın taşı toprağı düşmanı iyi tanıdığı an

berberiler yaman – fransız binbaşı kırık keman

işbirlikçi kaymakama inat-müdafa cemiyeti-o an

ey vatan-kışlahan-çiftehan-güney kapısı

sansar-zevter ağacı-çatal kaya-lulu ateşi

ilk ışık-son firari beyağıllı müfettiş hilmi

ince uzun bacaklı başkomutan’ın ilk sesi

“benim köylü önderlere güvenim tamdır”

gülek boğazı-kar boğazı-pozantı cephesi

toros yandı-yankılandı karıncadağ tepesi

dumlupınar’da ulukışlalı rıza oğlu ethem

daha 15 yaşında çocuk şehitti-barış-hem

yenice buluşması-68 kuşağı ve gezi koru

o nöbet anı-bolkar gerillası ulusoy yaman

ana-anadolu vatan-aşkımız son düşistan

kutsal sevda-yitik zaman ışığı-yüce nöbet

baş eğme-sevgini sebil eyle-ataya minnet

umut ve ütopyanı yitirme-durma – hayal et

uyan-isyan et-ulukışla halk fırkası-yeniden.

www.dursunozden.com.tr

16 nisan 2014-ulukışla

 

erozyon

ulukışla’da

yeşil ölüyor

çiçek soluyor

ağaçlar ağlıyor

seviler çürüyor

insanlık eriyor

toprak kayıyor

dağlar soyunuyor

tepeler küçülüyor

kayalar büyüyordu

dursun özden

 

düş yorgunu

ulukışlak, han değil

düşümdeki sen, şen değil

gözümdeki fer, şer değil

yüzümdeki ben, ten değil

içimdeki ben, men değil

dilimdeki lal, hilal değil

solan gül, eylül değil

leylim ley!

şafağı vurmayın

aşkı kutsuyor gün

tan kızılı altın mı?

içimdeki mavi fener

sevgisiz kuruyan çınar

aşksız can çekişiyor us

körün göğü hüzmesiz

bir damla okyanus

fotoğraftaki dudak izi, sen sus!..

peki be çocuk

ben hangi düşün yorgunuyum?

dursun özden

 

dumlupınar destanı

gazi’nin beğendiği tepe, şavkıyınca  zefer tepe

kükredi anadolu şaha kalktı, düşman sere serpe

dağlar, ovalar, ırmaklar değil, tarih yanıyordu

ölmeyi emrettiğinde, ölüm o’ndan korkuyordu

sonsuz ölüm dağının burcunda utkuyu gördü

“ya istiklal ya ölüm” deyip, atını denize sürdü

devrimdi, gök mavisi gözlerinde kayan yıldızlar

bağımsızlık için direnen analar, çocuklar, kızlar

bebeği karnında, düşü ardında, atı at değil küheylan

elif’in omzunda dünya, kırık kağnıya koşulan ceylan

son nefesinde, daha 15 yaşındaydı, ulukışlalı ethem

mavzeri boyundan uzundu, incecik parmaklıydı hem

kurşunu yürek korunda eritip, kurşun kalemle yazdı

yavuklusuna son mektubu, 30 ağustos’tu, son yazdı

göz-gez-arpacık, arpa boyu ilerliyordu zaman, oy amann

türkiye sevdası bu utku, dumlupınar geçilmez, pek yaman

dursun özden

 

 

anne kokusu

 

güneşi öptü çatalkaya

bey-ağılı kam düngürü

kar ile korun ak öyküsü

sevgisi sebil düğünde şık

yoksuldu közde yanan su

annem doğduğu köyde ışık

avucu yumuk, derisi kırışık

iksirim ana sütü ana kokusu

can suyunda dönen değirmen

sevdası yalın, hüzün duygusu

sevilerin en misi, anne sevgisi

kaçak günlerde ölüm korkusu

dünya döner başım döner anne

devran dönmez şaman yontusu

savaş kaç bebeği öksüz bıraktı

uzaktan gelen ses sürgün mavi

kavruk suskundu anne çığlığı

annem deryada, bir damla su

duygularım yeşermiyor annem

yitik zaman ışığı kör hüzmesiz

kayboldum gecede, gözümdün

yanık türkülere gömüldü annem

günlerim seninle-ama sen yoksun

düşüme düşen çim yeşili bakışların

nasırlı ellerin nadasta, su altın tasta

bir sızı bir özlemdi, ipeksi dokunuşu

uzanırım dallara kınalı saçların elimde

yüceden bakan göz her nefesi bilge söz

“vah” deseler ağlayacağım, sulu sepken

ırmaklar ve su perisi, yüreğimde can-su

feryadı dingindi, kam telaşı-halı dokusu

sessizce, kuytularda göz kırptı zencefil

tüm kokuların hası-şifalı anne kokusu.

 

dursun özden

 

 

 

 

beyağıl tableti

atalarımız yaşıyordu, biz yokken

torunlarımız yaşayacak, biz yokken

bizimle yaşam hoş, emek bereketli

öz sularımız coşkulu, çağıl çağıl

dağlar, yıldızlar, yüreğimiz kenetli

sonsuza uzanır eller, dolgun tahıl

toprak kutsal, barış-sevgi adaletli

bilgeler ordusuna katıl, koş-dağıl

mustafa kemal sevdası, en kudretli

anadolu’nun aydınlık yüzü beyağıl

 

dursun özden

 

 

 

 

 

 

 

ulukışla tableti

 

deli rüzgarın bıçkın oğlu kara tren

kaç tünel geçtin, özgürlüğe giden

üşüyen ateş, alın yazım kışa bağlar

kömür gözlü karıncaya aşığım ben

sevdikçe kendi ışığına sarılan yılan

yitik, yetim, boynu bükük-yabanıl

sevmek ve acı, ateş ve diriliş anı

firari, fırtına, çığlık-şaman kalbi

öküz mehmet’in feri, kutsal hanı

ulukışlak’ta kumbar dolusu al kan

anason kokulu ak kımız içeriz, dem

geçmişin içinden gelen son sarsılış

o mistik parçalanmada ölüp dirilen

kozmik yolculukta ülgen’e yakarış

kuşkonmaz-artış otunun kutsal alevi

hasta-kötü ruhlar, negatif enerji dışarı

şamancıl yolculuk, bağ damı-trans evi

kor yürekli anadolu, türklerin ana yurdu

başak-bereket, şavkıyan yüz, yürek közü

yeminim, ilk aşkım-son yongamı el vurdu

alın yazım, kırık sazım, nefesim, neyzenim

çilesi heybetli anam, şiir büyücüsü-ateş kurdu

hasbi çavuş-kuvvacı milis bahaddin

mir ali ve de beyağıllı müfettiş hilmi

“adana’ya bir kız kaçtı gördün mü”

kör gecenin düşüne yol alan lokomatif

“tren gelir hoş gelir, ley ley, leylim yar”

oyalı mendil-gurbeti sılaya bağlayan tren

bir kürek daha ateşçi, yürek aşk korunda

ısındıkça buharlaştı, kayboldu ıslak raylar

bolkar yandı, ulukışla garında inecek var.

çiftehan’da sulandım, şifalandım-aşk hali

ovacık-lı al horoz, gümüş-maden-lulu evi

“tren mi yol alıyor-yoksa evler mi” eminlik

sessiz kurbağa çığlığı, çini göl’de çil keklik

odak sevgi-su perisi-tarbaz’da düğün-şenlik

akça dolunayı ilk öpen kiraz alı-elma moru

altay kımızı-bağ bozumu şöleni alpagut koru

“bir tas ayran, bir gözleme, bir de şiir zamanı”

atatürkiye-aşk ehli ulu otağ-öksüz memed hanı

hüdavent sancağı, tan çiçeği, şeker suyu hayrat

üçyüz tavla, yüzyetmiş ocak, nimet yüklü doru at

kayıp şehrin dudak izi sansar, bel verdi çay-kavak

göçgün aşkla demlenen porsuk-hitit güneşi-aktoprak

ateşli al atlar yelesinde bin atlı süvari – kutsal şaman

ah! anadolu vatan, niğde can, ulukışla’ya canım kurban.

dursun özden / ateşli al atlar, dönence yayınları, 2008 – istanbul 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

shared on wplocker.com