22 yıl önce yazdığım, bu Suriye gezi yazısını, emperyalist güçlerin kirli oyunları ardından; göç, terör ve savaş çığlıkları gölgesinde yeniden yazma gereksinimi duydum… Suriyeli kardeşlerimin akıbetini merak etmekteyim. Dilerim en kısa zamanda Suriye topraklarında savaş, terör ve göçler sona erer ve ben de yeniden; inançların ve medeniyetlerin beşiği olan bu kutsal ve bereketli topraklara gitme olanakı bulurum umudunu taşımaktayım hep…
Güney kapı komşumuz Suriye toprakları kan revan içinde iken; “bu yazı da nereden çıktı” dediğinizi duymaktayım. Ama Laskiye ve Suriye’nin pek çok yeri hala cennet gibi… Her bakımdan İzmir’in şirin ilçesi Foça’yı andıran, Suriye’nin Akdeniz kıyısında bulunan ve Suriyelilerin “Yeryüzü Cenneti” dedikleri Laskiye (Lasky, Laskia, Latakia); bölgeyi saran tüm olumsuz koşullara karşın, hala cazibe merkezi olma özelliğini koruyor. Bu gezi yazımda; 2015’de, IŞID militanları tarafından yakılan, yıkılan ve yağmalanan UNESCO korumasında olan Palmira Antik Kenti’nden ayrıca söz edeceğim…
Damascus Üniversitesi Öğretim Üyesi danışman arkadaşım, tarihçi Prof. Dr. Mehmet Yuva ve rehberim Ahmet Hacı’ya teşekkür ederim. Kıyısı bulunmayan bir umman’a, yitik zamanın sonsuz gizemine bir yolculuktu bu… Farkın, farkına vararak, yeniden… Turist gelip, sevdalı dost olarak döndüğüm bir yolculuk… Bir Modern Seyyah olan Yoleri Gezgin Derviş, bu kez “Şeker Tarlası Suriye”de mola verdi… İrice, esmer tenli ve lacivert gözlü güzel komşumuzla, düşe daldı… Etnik kültür ve inançların harman yeri, güney komşumuz laik Suriye, bende ilk olarak şunları çağrıştırıyor: Babil Kulesi’nde yankılana Beyrutlu sanatçı Feyruz’un kadife sesi, Meryemti ve Ezo Gelin Türküsü, Şam şekeri, rahvan yürüyen Arap atları, kara kıl çadırlarda yaşayan göçebe Bedeviler, Ay ışığında zikir eden Dürziler ve Aramiler, Şaman gelenekini sürdüren Türkmenler, kutsal dinlerin ilk yayıldığı topraklar, beyaz tenli ve iri lacivert gözlü güzeller, maskeli şahin avcılar, acılı ve tatlı yiyecekler, Selahaddin Eyyubi, Cemal Paşa, Hatay ve su sorunu, İsrail işgali altında bulunan Golan Tepeleri, Sultan Vahdettin’in kabri, Osmanlı izleri ve Hamidiye Kapalı Çarşısı, İmam Hüseyin’in kesik başının bulunduğu ve tüm İslami mesheplerin aynı mekanda seremonik zikirlerini özgürce yapıldığı Şam Emevi Camisi içinde bulunan; Kristal Türbe, uçsuz bucaksız sınır boylarında bayramlaşma ve düğün törenleri, mayın tarlaları, kaçak petrol ve sınır ticareti, dans ve ezgili şarkılar… Bir de; “eski komşu, yeni dost” ya da “yeni dost, yeni fırsat” başlığında özetlenen ortak çıkar ve güvenle örülen “iki dost ve kardeş ülke” olarak tanımlayabileceğimiz ilişkinin bir yanı Suriye… Yüzyıllarca Emevi ve Osmanlı toprakları olan Suriye’nin hemen her karış toprağında, bu izleri görmek mümkün…
Üç kez gittiğim Suriye gezim sırasında, hiç de kendimi yabancı bir ülke topraklarında hissetmedim. Sıcak, candan, dost ve güler yüzlü insanların ve büyüleyici güzellerin çekiciliği, bu coğrafyaya yeniden gitmenize neden oluyor… Laskiye yakınlarında bulunan Selahaddin Eyyubi Kalesi, tarihi limanı, narenciye ve zeytin bahçeleri yanı sıra; altın kumsalları ile Laskiye’ye bağlı Şenköy’de bulunan tarihî türbesi, cumbalı evleri ve Görentaş Köyü de Türkiye-Suriye sınırında bulunan sulama göleti de, bölgenin önemli mesire ve turistik yerlerindendir. Lazkiye’nin kuzeyinde, bir başka mesire yeri olan Balluran Baraj Gölü vardır. Genel olarak Suriye’nin ve özel olarak da Tartus ve Laskiye’nin; mavi bayraklı temiz denizi ve altın kumsalları olan plajları ile ünlü Keseb Köyü ve Şat-ul Ezrak; turistler tarafından tercih edilen sayfiye yerlerin başında gelir.
Laskiye’nin 500.000 nüfusun (şimdilerde göç nedeniyle bu nüfus oldukça azalmış olsa da) çoğunluğunu Arap Alevileri (Nusayriler) oluşturur. Lazkiye şehrinde yaşayan Türklerin nüfusu ise; 100.000 civarındadır. Lazkiye şehir merkezi kuzeyinden yaklaşık 15 km sonra Suriye Türklerinin, köy ve kasabalardan oluşan yerleşim bölgeleri başlar ve Türkiye sınırına kadar uzanır. Güneş-Kum-Deniz ve alternatif turizmin cazibe merkezi olan Lazkiye sahil şeridinin önemli bir kısmı; Suriye’nin Akdeniz’e açılan en önemli kapısı olan Laskiye limanı tarafından kapatılmıştır. Hatay’ın Yayladağı İlçesi gümrük kapısından, Lazkiye’ye ulaşım son derece kolaylaşmıştır.
Çünkü Antakya ile Yayladağı arasındaki Fransızlar zamanından kalan çok virajlı, dar ve 50 km’lik asfalt yol yerine, 35 km’ye düşen 4 şeritli duble yol yapılmıştır. Lazkiye, 1987 Akdeniz Oyunları’na da ev sahipliği yapmıştır. Şat-ül Ezrak ile Laskiye şehir merkezi arası 13 km mesafedir. Bu arada çalışan taksiler 100 ila 250 Suriye Lirası arası değişen miktarlarda para karşılığı taksi bedeli almaktadırlar. İskenderun, Samandağ ve Antakya’dan Halep’e, Yayladağ’dan Laskiye’ye taksiler de yolcu taşımaktadır. Antakya’da yaşayan sevgili arkadaşım Lemye Meriç’in konuğu olarak; Samandağı ve Harbiye molamızın ardından, 10 gün sürecek olan kapı komşumuz Suriye’ye gitme zamanımız gelmişti…
Türkiye-Suriye sınır kapısının en işlek noktası olan Reyhanlı yakınlarındaki Cilvegözü’nden sonra, Halep’den başlayan Suriye gezimiz; Suriye’nin Foçası Laskiye’de son buldu. Balıkçılık, zeytin, nar ve narenciye üretimi ile ünlü liman kenti Laskiye halkının konukseverliği, bize hiç yabancı değildi. Folklor, müzik, inanç, sosyal doku ve ortak zengin tarihi mirasın güzelliğini ve ahengini; batı merkezli kirli oyunların ve hiç bir sınır telinin bölemeyeceğine inancımız pekişti. Hele yemek kültürleri Antakya mutfağının aynısıydı. Az da olsa Trabzon’dan gelme Lazların da yaşadığı Laskiye’de; kendimizi İzmir’in şirin ilçesi Foça’da zannettik. Yakın ve Orta Doğu’da gezilip görülmesi gereken tarihi, doğal ve turistik yerlerin başında gelen Laskiye, yeni konuklarını ve eski dinlence ve eğlenme merkezi olma cazibesini bekliyor, yeniden… Kadife sesli sanatçı Feyruz’un sevda, hüzün ve barış esintili şarkıları; şafağın dudak izini aralayan tan çiçeği aşkların nağmelerinde ve Akdeniz’in, güneşi ilk öptüğü turkuvaz rengi kıyılarda yankılanıyor…
Damaskus (Şam) Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan rehber arkadaşım tarihçi yazar Prof. Dr. Muhammed Yuva’nın öncülüğünde, 1995’den bu yana; Edebiyat-Kültür-Sanat-Turizm özelinde başlayan, Türkiye-Suriye kardeşliği ve iyi komşuluk ilişkilerinin pekişmesindeki gayretlerimiz sürüyor. Benim de kurucu üyesi olduğum; Türk-Arap Bilim, Kültür, Sanat ve Dostluk Derneği’nin çalışmaları da; bölgede barış ve kardeşliğin olgunlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Öte yandan; bir Nazım Hikmet sevdalısı olan, eski Savunma Bakanı ve şair Musfata Tılas’ın Laskiyeli güzellere yazdığı aşk yüklü dizelerinde, Suriye’nin Kültür Anıtı olan ve eski Kültür Bakanı Necah el Attar’ın Aziz Nesin hayranlığına ve tutkusuna esin kaynağı olan dokunuşundaki konukseverliğin izlerini aradım…
Pek çok etkinlikte ve sohbet toplantılarında; Kemal Atatürk ile Fidel Castro ortak paydasından ve “Çağın Devrimci Önderleri” olarak söz eden Küba’nın Ankara eski Büyükelçisi Alberto Gonzales Casals; Türkiye-Küba dostluğunun gelişmesi için özel gayret sarf ediyor. Onlar; geçmişi yarına bağlayan, sevda ve barış tüten, komşu evin bacasından yükselen nice aşkların müjdecisi oldular. Doğu Suriye’de İskender’in yakıp bitiremediği Palmira Antik Kenti’nin tarihi oniks mermer sütunlarında, göğe erişen nice sevdalara tanıklık ettik. Haçlı saldırılarını dize getiren Selahaddin Eyyubi Kalesi’nin burcundan, Akdeniz’i selamlayan beyaz bayrakların İskenderun’a al bir atlas gibi el uzatması ne güzel… Laskiye sokaklarında özgün Arap müziğinin tınılarının yankılandığı kasetçi dükkanları ve deniz ürünü kokan lokantalar sizi bekliyor… Bülent Ersoy ve İbrahim Tatlıses şarkıları, Laskiye’nin akşam sefası coşkusuna eşlik ediyor…
Suriye topraklarına girmeden önce, mutlaka Antakya’yı gezmenizi öneririm. Çünkü buradaki her şey sizi Suriye’ye alıştıracaktır. Cilvegözü sınır kapısından girdikten sonra ilk durağımız Halep oldu. Derviş danslarının ve sufi müzik dinletilerinin gizemli izlerinin görüldüğü ve tarihin ilmek ilmek dokunduğu Halep sokakları ve kalesi; laik ve hoşgörü kültürünün yaşadığı ve eski ile çağdaş olanın buluştuğu uygar bir kent olan başkent Şam (Damascus)’a vardık. Umur Dağı aşiretlerini koruyan Ay Tanrısı’nın 2 bin yıllık yüzüne el sürerek, Büyük İskender ordularının yıkıp yağmaladığı Fahrettin Sultan Kalesi’nden, tarihe bir kuşbakışı fırlatılan antik Palmyra bizi selamladı. Yeraltı manastırlarının ve kayadan oyma mazgallı evlerin, güneşe gülümsediği Maalula bir başka gizemli yerdi. Abdulaziz Dağı eteklerinde tarihi Bağdat Kapı ”hoş geldiniz” diyerek selamladı bizi. Şarkı söyleyerek hasır ören güzellerin mekanı Dara bir başka idi.
Tanrı ve krallar kapısı Basra’nın kutsal yolun girişiydi. Güzellik Tanrısı Venüs’ün saçlarını taradığı ve Suriye İmparatoru Philip’in tiyatro izlediği mozaik kenti Shahpa, Antep’i anımsatıyordu. Beş bin yıl önce yapılan ve dünyanın ilk kütüphanelerinden biri olan, kültür merkezi Ebla duvarlarına sinmiş şiirler vardı. Sabahları fırından aldıkları sıcak ekmekleri sokak aralarına ve kaldırımlara seren ve onları kabartıp yiyen insanların kenti Hama’da sabah bir başka idi. Çan seslerinin yükseldiği ve halkının %90’ı Ortodoks olan Epamea, Roma’yı anımsatıyordu. Baraj gölü sayesinde, sarı çöl sıcağını bir nebze olsun aralayan, Suriye Eski Savunma Bakanı ve ODTÜ mezunu olan Mustafa Tlass’ın, memleketi Arstan’da iklim bile değişmiş. İslamiyetin ilk yayıldığı yerlerden biri ve Halid bin Velid Camisi kubbesinde yansıyan Humus’da ezan sesi bir başka dokunaklı.
Lüks otellerin ve altın kumsalların olduğu; zeytin, hurma, üzüm ve narenciye bahçelerinin yeşilliği ile Akdeniz mavisinin kucaklaştığı kıyı şehri Tartus, Mersin’i de andırıyor. İzmir’in şirin ilçesi Foça’yı andıran tatil köyleri, turistik tesisleri, eğlence ve dinlence yerleri ile kaktüs ve portakal ağaçları arasından esen ılık Akdeniz havasının solunduğu cennet kent Lasky (Laskiye)’de hayat bir başkadır. Buraya Hatay’ın Yayladağı ilçesinden günü birlik gidip geliniyor. Çünkü Yayladağ; Laskiye’ye otomobille ve otobüsle, yalnızca 2 saat uzaklıkta. İstanbul, Ankara, Adana, Mardin, Urfa, Antep ve Antakya’dan Şam’a günlük otobüs seferleri yapılıyor.
Türkiye-Suriye gerginliğinden önce, THY ve Suriye Hava Yolları uçaklarıyla da Şam’a gitme olanakı bulunuyordu. Geçmişte bayram ve seyranlarda görünen, sınırın iki yakasında yaşayan akrabaların, bildik kucaklaşma ve göç manzaralarının ardından; şimdi ise kalbura dönen, 600 km uzunluğundaki Suriye sınırından, tehlikeli ve yasak mayın tarlalarını aşarak gelen, binlerce göçmen Türkiye’ye akın etmektedir. Her şeye karşın; mutlaka gezilip görülecek yerlerin başında gelen Suriye ve özel olarak da Laskiye’de yaşam sürüyor…
Çiftçilikle uğraşan Fellah Arapların yemek kültürü bakımından, Hatay ve Çukurova Bölgesini aratmayan Laskiye’de; lüks konaklama yerlerinden pansiyon evlere kadar, her keseye uygun konaklama mekanları bulunmaktadır. Ayrıca, alış veriş çılgınları ve eğlence düşkünleri için de; büyük bir ticaret liman kenti ve renkli bir pazardır Laskiye… İzmir’in şirin ilçesi olan Foça’nın ikizi Laskiye’nin doğusunda yükselen Selahaddin Eyyubi Kalesi. Ortadoğu, Arap ülkeleri, Avrupa ve Türkiye’den gelen turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Türkiye, Suriye’nin batıya açılan tek kapısıdır. Türkiye’nin en uzun kara sınır komşusu olan Suriye, yalnız bayramda seyranda değil, her zaman Türk konuklarını bekliyor…
Öte yandan; genel olarak Suriye ve özel olarakta Laskiye ve Palmira; Arap Edebiyatı’nın esin kaynağı olmuştur. İlk Arap matbaası 1712’de Halep’de kurulmuştur. “Mir’at-ül Ahval Gazetesi” bu yıllarda baskıya başladı. Halil Merdam, Cebri, Bedevi el Cebel gibi ünlü “ulusalcı” şairler, ilk eserlerini 1919’da yayınladılar…
Suriye Yeni Dönem Edebiyatçılardan Sadullah Vannus, Yusuf Nasrullah ve Şerif Haznedar’ın yanı sıra; ünlü Suriyeli şairlerin ses, hece, vurgu, imgeli, yalın ve lirik dizelerinden oluşan şiirlerin teknik söylem ve biçemindeki zenginlik; genç kuşak şairlere esin kaynağı oldu Laskiye… Laskiye’de çok satan kitaplar şunlardı: “Kıbrıs Tarihi” Prof. Dr. Muhammed Yuva, “Günlerin Düşündürdüğü” Necah El Attar, “Anadolu Kurdu Mustafa Kemal” Mustafa Zein, “Çerkezler Tarihi” Jesgua Jesus, “Şiir Bir Öpücük Çiçektir” Mustafa Tlass, “Güzel Gelin” Fairuz-Wadi Alsafi, “Suriye Tarihi” Philip K. Hitti, “Ah Biz Eşekler” Aziz Nesin”… Kitap, kıyısı bulunmayan bir umman…
Şiiristan’a-Suriye’ye turist gelip, ilgi yüklü dost dönmek buna denir… Aşk bahçesi, Şam şekeri ve Laskiye güzeli olan kapı komşumuz Suriye’nin usta şairi Ömer Ebi Rabia (Ölüm: 720)’nin şu dizeleriyle, sizleri selamlıyorum. “Nazikçe, güzelliğin sessizliğine daldı. Sabahın hafif serinliğine uzanan bir daldı. Gözlerim kamaştı bakışlarında, önümde. Her şey puslu ve şekiller karmaşık haldi. Ben asla aramadım, o asla aramadı. Saat, aşk ve buluşma kadere kaldı…”
Palmira – Palmyra ve Tedmur – Tadmor bizi çağırıyor, yeniden…
Palmira; Orta Suriye Çöl Bölgesi’nde, antik zamanların önemli dini ve ticari merkezi olan, UNESCO tarafından 1980 yılında, Dünya Miras Listesi‘ne alınan şehirdir. Suriye’de sürmekte olan kanlı – kirli savaş sırasında, 25 Mayıs 2015 ve sonrasında IŞID militanları tarafından yıkılıp, yağmalanan Palmira Antik Kenti, insanlığın ortak mirası olarak yeniden kurtarılmayı ve korunup, tanıtılmayı bekliyor…
Daha önce, savaş öncesi Suriye’yi tanıtan pek çok gezi yazısı yazmıştım. Suriye’nin eski Kültür ve Turizm Bakanı sevgili Necah Al Attar’ın davetlisi olarak iki kez gittiğim, bir turizm cenneti olan eski Suriye’nin son yeni durumunu merak etmekteyim… Özellikle; Şam, Halep, Dara, Humus, Tartus, Laskiye, Tedmur Kalesi ve Palmira Antik Kentini yeniden görmem için, bir an önce savaş bitsin istiyorum…
Kent, Humus Valiliği‘nin, Palmira İli‘ne bağlı bulunmaktadır. Şam‘ın 215 km kuzeydoğusunda, Humus‘un 155 km doğusunda ve Fırat‘ın 120 km güneybatısında bir vaha üzerinde kurulmuştur. Suriye çölünün ticari kervanlarının geçiş noktasında olması sebebiyle “Çölün Gelini” de denilen şehrin isminin bulunan ilk bilgilere göre Tedmur, Tedmür, Tadmur veya Tudmur olduğu Mari’de bulunan Babil tabletlerindeki kayıtlardan anlaşılmıştır. Fransız arkeologlar tarafından 1933 yılından itibaren antik Mari şehrinden çıkarılan 25.000 tabletten anlaşıldığına göre Palmira’nın tarihi MÖ 19. yüzyıla kadar gerilere gitmektedir. Yunan ve Roma kaynaklarında ise 1. yüzyıldan itibaren kayıtlara rastlanılmıştır. Antik kent, Suriye İç Savaşı tahrip edildi. Yeniden canlandırılması için 3D modelleri hazırlanmış ve bazı eserleri restore edilmiştir.
Antik çağ dönemi
Palmira, 1. yüzyılın ortalarında kervanların geçiş güzergâhı üzerinde, Pers İmparatorluğu ve Akdeniz kıyısındaki Romalıların ve Fenikelilerin limanları arasında Roma İmparatorluğu kontrolünde bir şehir konumunda bulunmaktaydı. Şehrin coğrafi konumu ticari ve dini merkez haline gelmesini kolaylaştırmıştır. Aramilerin bölgeye yerleşmesiyle Palmiralıların kültürü Yunan-Roma ve İran (Partlar) izlerini birlikte barındırmaya başladı. Bu ortak kültürün izleri; tapınaklarda her iki kültürün de mimari stilinin kullanılmasından ve insan büstlerinde görülen, her iki kültüre ait giyim tarzının benimsenmiş olmasından anlaşılmaktadır.
Tadmur, İbranice yazılan Yahudilerin kutsal kitabı Tanah‘da Davud‘un oğlu Süleyman tarafından kurulan bir çöl şehri olarak geçmektedir. (Tadmur; Süryanice–Aramice “Mucize” anlamına karşılık gelmektedir.) Tanah’ın “Kralların İlk Kitabı” bölümünde ise yine Süleyman tarafından kurulan Tamor veya Tamar şehri şeklinde rastlanılmaktadır. Bölge kültüründe kimi zaman “t” ve “d” telaffuzunun yer değiştirmesi veya ‘4’“t” ve “d” kullanımının zamanla düşmesine rastlanıldığından, Tanah’ta da bu durumun ortaya çıkması muhtemel gözükmektedir. Palmira’da bulunan tapınağın ise Romalıların bölgeye gelmesinden 2000 yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Bu tapınağın geniş ve büyük sütunlarla çevrilmesi, yapımındaki ustalık ve ihtişamı hayret vericidir.
Roma vatandaşı ve Yahudi tarihçiFlavius Josephus ise Antiquities of the Jews adlı eserinde Tadmor’un Süleyman tarafından kurulduğunu yazmış ve şehrin Yunan ismi Palmira’yı kullanmıştır. Tadmor veya Tedmür şehrin İbranice ismi olduğu ve mucize anlamına geldiği bilinirken, Palmira isminin nereden geldiği ve anlamı bilinmemektedir. Bazı akademisyenlerce bölgede sıklıkla görülen palmiye ağaçlarından geldiği, bir kısmına göre ise Tadmor kelimesinin hatalı tercümesinden geldiği düşünülmektedir.
Yunanlar, Romalılar, Sasaniler ve Bizanslılar dönemleri
Yunan kökenli Selevkos İmparatorluğu MÖ 323 yılında tüm Suriye topraklarını kontrol altına aldı ancak Palmira kentini bağımsız olarak bıraktı ve şehir ticari önemini korumaya devam etti. MÖ 41 yılında Marcus Antonius yönetimindeki Romalı ordusu şehri almaya çalıştıysa da çok istekli olmamaları sonucu başarısız oldular ve Palmiralılar Fırat‘ın öbür yakasına kaçabildiler. Bu olay Palmira’ya Roma tehdidinin ilk göstergesiydi.
Jones ve Erieira, Palmiralı tüccarların ticaret gemileriyle İtalyan sularında bile Hint ipeği ticaretinin kontrolünü ellerinde tuttuklarını ve Romalı olmadan Romalılar içinde yaşayan tek halk ve en zengin şehir olduklarını, kolayca Romalı rolü oynadıklarını not ederek, durumu eleştirmişlerdir.
Roma İmparatorluğu’nun çevresindeki ticaret yollarını tamamen kontrol altına almak istemesi Palmira’nın bağımsızlığı için en büyük tehlikeydi. Palmira, Tiberius (MÖ 14–MÖ 37tarafından Roma’nın Suriye eyaletinin bir parçası haline getirildi. Romalıların işgali sonrasında da şehir İran, Çin, Hindistan ve Roma İmparatorluğu arasında ticari önemini korudu. M.S 129 yılında Hadrianus Palmira’ya geldi. Palmira’yı serbest şehir ilan ederek adını Palmira Hadriana olarak değiştirdi.
212 yılının başlarında Palmira’nın ticari hayatı, Fırat ve Dicle bölgelerinde kurulan Sasani İmparatorluğu tarafından tehdit edilmeye başlandı. İmparator Carcalla Palmira‘ya bir Roma garnizonu konuşlandırdı.
Roma İmparatoru Valerianus tarafından, Palmira prensi Septimius Odaenathus, Suriye eyaleti valisi olarak atandı. Daha sonra Valerianus Sasaniler tarafından esir alınıp, Bişapur kentinde 260 yılında ölünce Odaenathus intikam amacıyla hazırlıklara başladı. Tizpon kentine iki kez saldırdı. Odaenathus, yeğeni Maconius tarafından öldürülünce, yönetim karısı Zenobia (Zennube, Zabuniye, Zeynubiye ve Zeynep vs. Zeyno Süryanice silah anlamına da gelmektedir.) ve oğlu Vabalathus’ geçti. Zenobia Roma yönetiminden bağımsız hareket etmeye başladı ve Palmira’nın etki alanını güney Suriye’de bulunan Busra kentine ve Mısır‘ın batı kesimlerine kadar taşıyarak, kısa sürenPalmira İmparatorluğu‘nu kurdu. Daha sonra kuzeyde Antakya‘yı aldı. Kısa sürede Anadolu’nun güneyi ve doğusunu, Fırat ve Dicle havzasının bir bölümünü, Suriye, Filistin, Sina yarımadası ve Mısır’ın önemli bir bölümünü yönetimi altına alan imparatorluğun, Roma yönetiminin dikkatini çekmesi uzun sürmedi. 272 yılında İmparator Aurelian kaybedilen toprakları almak üzere, Palmira üzerine sefere çıktı. Doğuda kapsamlı bir harekata girişen imparator, kısa sürede Antakya ve Humus şehirlerini zaptedip, Palmira’ya ulaştı ve Sasanilere sığınmak üzere olan Kraliçe Zenobia ve oğlunu sağ olarak ele geçirdi ve esir alarak İtalya’ya götürdü. Bu sırada yıkıma uğramayan şehirde, 273 yılında ayaklanmalar başlayınca İmparator Aurelian tekrar Palmira’ya geldi ancak bu kez askerlerin şehri yağmalamalarına izin verdi. Bu yıkım Palmira şehrinin çöküşüne yol açtı, şehir bundan sonra eski günlerine geri dönemedi. Şehir imparatorluk tarafından Romalı asker lejyonlarının kalacağı askeri bir üsse çevrildi. İmparator Diocletianus ise Sasanilerden korunmak amacıyla lejyon sayısını arttırarak Palmira’nın yalnızca bir askeri üs olma konumunu pekiştirmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra doğudaki topraklar Bizans İmparatorluğu‘nun eline geçmiş ancak şehre Bizanslılarca da ilgi gösterilmeyerek, askeri üs konumu korunmuş ve sadece birkaç kilise inşa edilmiştir. Palmira’da eski dönemden kalan tapınaklar Bizans döneminde kiliseye çevrilmiş ve Süryani toplumunun bir merkezi haline gelmiştir.
İslamiyetin ilk dönemleri, Osmanlı Devleti, Fransa ve Suriye dönemi:
“Palmira Şeyhi” (1875) 19. yüzyılda bölgeye gelen Batılı turistler için Palmira Şeyhi ilgi çekici bir obje idi. Oysa bu tarihlerde şehrin turistik önemi Osmanlı Devleti‘nce bilinmemesine rağmen, Avrupa ülkelerince Ortadoğu’da arkeolojik çalışmalar ve bölgeye olan ilgi artmaya başlamıştı.
Baal Tapınağı’nda Fransızlarca yapılan tahribat ve tarih kazımaları. Fransızlar 1930’lu yıllar boyunca tapınakta bulunan kurşun çivileri, mermi yapımında kullanmak üzere sökmüşlerdi. Resimde tapınağın üst kirişlerine kazınan “1938” ibaresi açıkça görülüyor.
Halife Ebu Bekir döneminde, Palmira’ya ilk Müslüman gruplar 634 yılında ulaştı. Halid bin Velid tarafından aynı yıl fethedildi. Şehrin askeri önemi muhafaza edildi. 800 yılından itibaren şehri terk etmeye başlayan insanlar, 1089 yılındaki büyük depremden sonra şehri tamamen boşalttı. Yavuz Sultan Selim‘in 1516 yılında doğuya yönelmesiyle Suriye, Filistin ve Mısır kısa sürede Osmanlı İmparatorluğu‘nun birer eyaleti oldu. Osmanlılar tarafından özerklik tanınan Lübnan Prensi II. Fahreddin (1522-1635), Palmira kentine hakim tepeye Fahrettin al Maani kalesini yaptırdı. Daha sonra Fahreddin’in isyan etmesi nedeniyle üzerine sefer düzenlendi ve yakalanarak idam edildi.
Palmira kenti I. Dünya Savaşı‘na kadar Osmanlı Devleti’nin elinde kaldı. 1920 yılından 1946 yılına kadar Fransızların yönetimindeki Suriye’de ve dolayısıyla Palmira’da, birçok diğer antik kent gibi arkeolojik kazılar yapılmaya başlanmıştır. 1946 yılında Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasıyla Fransız etkisi geçmemiş, 1980’li yıllara kadar kentin arkeolojik değeri Suriye devleti tarafından da anlaşılamamıştır. Daha sonra Suriye Hükûmeti tarafından bir müze kurulmuştur. Suriye İç Savaşı sırasında şehri ele geçiren IŞİD örgütü tarafından, 27 Mayıs 2015 tarihinde Palmira Antik Şehirdeki Roma Antik Tiyatrosu sahnesinde, 20 esir idam edilip görüntüleri yayınlanmıştır. Daha sonra örgütün, Palmira antik kentinde bulunan 2 bin yıllık aslan heykelini parçaladığı ifade edildi. Öte yandan IŞİD, Palmira’daki heykellerden bazılarını kaçıran bir kaçakçıyı Halep’te yakaladığını öne sürüp, kaçakçının elindeki 8 büstü halkın önünde balyozlarla parçaladığı bir fotoğraf paylaştı. Palmira Antik Kenti 1 yıl boyunca terör örgütü IŞİD‘in himaye ettiği yerler arasında kalmış ve bu süreçte Palmira’da bulunan birçok tarihi eser ciddi derecede zarar görmüştür. Suriye Ordusu, Rusya‘nın desteği ile Palmira’yı Mart 2016’da tekrar kontrolü altına almıştır. Antik kentte yapılan incelemeler sonucunda IŞİD tarafından öldürülmüş 40 kişinin toplu mezarına ulaşılmıştır.IŞİD, Palmira’da görevli Halid Esad adlı arkeoloğu da Palmira hazinelerinin yerini söylemediği için öldürmüştür. 26 Aralık 2016 ile 10 Ocak 2017 tarihleri arasında Palmira antik kentin en ünlü yapılarından Dört Kapı (Tetrapylon) yapısı da Irak ve Şam İslam Devleti tarafından yok edildiği iddia ediliyor…
Palmira’da kültür ve sanat
Palmira’nın MÖ 19. yüzyıla uzanan tarihi ile sağlıklı veriler elde edilememis, birçok farklı ülkeden arkeoloji grupları Palmira’da çalışmalar yapılmıştır. Kent, ülkenin en önemli turistik merkezlerinden birisi olmuştur.
Palmira’da mezar süslemeleri ve mezar mimarisi gelişmiştir. Mezarlarda bulunan insan büstleri Palmiralıların sosyal yaşamı hakkında ipuçları vermektedir. Palmiralılar; Romalılar ve Persler (Sasaniler-Partlar) arasında kalan bir toplum olarak her iki kültürden de etkilenmiş, giyim tarzından sosyal aktivitelere kadar Helen ve Pers izleri görülmüştür.
Baal Tapınağı başlı başına Palmira’nın bir simgesi olmuştur. Şehrin ticari başarısının doğal sonucu olarak mabetler, binalar ve surlar dönemin en kaliteli yapıları olmuştur. Lat tanrıçası tapınağı yakınında bulunan parçalardan onarılarak Palmira Müzesi önüne yerleştirilmiş olan ve ceylanı koruyan bir aslanı betimleyen El Lat Aslanı, şehrin simgesi olan heykeldir. Helen tanrılarına da önem verilmesinin bir işareti olarak Polonyalı bir arkeoloji grubunca 2005 yılında bulunan Nike heykeli örnek gösterilebilir.
Tadmur-Fakhr-al-Din al-Ma’ani Kalesi
Tadmur Kalesi olarak da bilinen Palmyra Kalesi, Suriye’nin Humus ilinde Palmyra’ya bakan bir kaledir.
Kalenin 13. yüzyılda Memlükler tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Palmyra’nın tarihi bölgesine bakan yüksek bir tepede ve 16. yüzyılda Dürzi alanlarını Palmyra bölgesine genişleten Dürzi emiri Fakhr-al-Din II’nin adını almıştır.
1980 yılında kalenin ve Palmyra’nın bulunduğu yer, dünyanın en önemli antik kültür merkezlerinden biri olarak, büyük bir şehrin anıtsal kalıntılarının korunması ve tanınması için; UNESCO Dünya Mirası Alanı haline geldi. Bölge Suriye’de ulusal anıt olarak belirlenmiş ve 2007 yılında, koruma alanı içinde tampon bölge kurulmuştur.
Yükseltilmiş ana kaya üzerinde yer alan bu kale, kalın ve yüksek duvarlara sahip bir tahkimat-gözlem için iyi korunan bir konumdu ve aynı zamanda bir asma köprüden erişilebilen tek bir erişimi olan bir hendekle çevrilidir.
Tarihi sit alanı, sürmekte olan Suriye iç Savaşı nedeniyle 2013 yılında Tehlikede Olan Dünya Mirası listesine alınmıştır.
Kale, Mayıs 2015’teki Palmyra saldırısı sırasında, Irak İslam Devleti ve Levant tarafından ele geçirildi. Mart 2016’da başka bir saldırıda, Suriye hükümet güçleri tarafından geri alındı. Geri çekilen IŞİD savaşçıları, kalenin girişine giden merdiven de dahil olmak üzere, kalenin bazı kısımlarını havaya uçurdu ve büyük hasara neden oldu. Aynı şekilde, MS: 1. yy’da Doğu Roma döneminde yapılan Palmira Antik Kenti’ni de yağmalayan ve tahrip eden İŞİD militanları, bir dünya mirası olan bu kıymetli tarihi yapıları yıktılar ve zarar verdiler. Temel yapı hala sağlam ve Suriye Eski Eserler Müdürü Maamoun Abdelkarim, hasarın onarılabileceğini ve kalenin restore edileceğini belirtti. Kale, Aralık 2016’da bir kez daha ISID tarafından ele geçirildi. Ancak Suriye Ordusu, 1 Mart 2017’deki saldırıdan sonra tekrar ele geçirdi ve Kaleyi korumaya aldı…
Sonuç
Bu tarihi zengin kültürel değerler; yalnızca Suriye’nin değil, tüm insanlığın ortak mirası olarak korunmalı ve yaşatılmalıdır… Bu nedenle her türlü savaş, terör, töre, göç, yağmacılık, sömürgecilik, talan, gerici ve çağdışı yapılanmalara karşı çıkmak, insanlığın ortak görevi olmalıdır…
Bu bağlamda, Suriye’de sürmekte olan savaş ve emperyalist oyunlar sona erdirilmelidir… Bir zamanlar, Suriye’nin turizm ve ticari yol olarak; Avrupa’ya açılan kapısı olan Türkiye; bu komşu ve kardeş ülke ile ilişkilerini düzeltir ve yeniden iyi komşuluk ve dostluk bağları kurulur. Savaş ve terörden kaçıp, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan 5 milyonu aşkın Suriyeli komşularımızın, güvenli bir şekilde evlerine dönmeleri sağlanmalı ve bu savaşta yıkılan evler iş yerleri ve tarihi-kültürel yapılar onarılmalıdır…
Ben de daha önce bir kaç kez gittiğim ve tanıttığım Suriye coğrafyasını ve turistik yerleri yeniden görmek istiyorum ve Şam, Halep, Laskiye ve Palmira başta olmak üzere, tüm ülkeyi, bu tarihi ve turistik yerlerin akıbetini fazlasıyla merak ediyorum. Yeniden gezip, komşu ve kardeş ülke Suriye’yi tanıtmayı heyecanla arzu ediyorum… Yirminci yüzyılın başında, Emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşını zaferle taşlandıran, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri ve bağımsızlık savaşı veren mazlum halkların esin kaynağı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün şu özlü sözü ile Palmira’ya selam yolluyorum, yeniden: “Yurtta Barış, Dünyada Barış!..”
Kaynak: www.dursunozden.com.tr
Fotoğraflar: Dursun Özden arşivi.