Anadolu’nun Aydınlık Yüzü ULUKIŞLA (İç Gezi)

“Anadolu’nun Aydınlık Yüzü ULUKIŞLA”; dil bayrağımız Türkçenin ödünsüz savunucusu, “aksakal-bilge derviş” ve özgür ruhlu, kadim atamız olan, Sümerli Karamanoğlu Mehmet Bey’in izinde yürüyen yiğitlerin, “Yeryüzüne bin yıl baksam azdır, sevdaya düşen yorulmaz…” diyen Karacaoğlan ve Toros Dağları’nın özgür ruhlu gür sesi Dadaloğu’nun çığlığı; gönlü güvercinli, gönenç ve sevdalı barış kuşlarının yuvasına selam olsun!..

Kimi günlemler vardır, belleklerden silinmez; kimi kişi, olay ve mekanlar vardır, tarihin her döneminde anımsanırlar, yaşanırlar ve esin kaynağı olarak belleklere ve oniks mermer sütunlara kazınırlar… Ulukışla da bunlardan biridir… Coğrafi konumu, stratejik yapısı ve zengin insan manzarası ile hep anımsanmakta ve pek çok sanatçıya esin kaynağı olmaktadır… Yakından ya da uzaktan, içinden geçenlerin içten selam verdikleri yerdir Ulukışla… 

“Merhaba” ile başlayan ve “elveda” ile biten, sevda yüklü kervanların ilk ve son durağıdır Ulukışla… Urum elinden Sehil’e açılan, güvenli kapıdır Ulukışla… Gurbeti sılaya bağlayan, hasret yüklü kara tren ile giden ve gelen yolcular için, şimdi mola zamanı… Sevgiyi sebil eylemenin tam-kam zamanı… Şiir Ülkesine hoş geldiniz canlar… 

Dağlar dağlara selam dururken, Ulukışlak Hanı bizi çağırıyor, yeniden…

Hamidiye öncesi, Ulukışla’nın eski adı Şücaeddin’dir. Şücaeddin: Yiğit, cesur, bıçkın, delikanlı, cengaver ve gözü-pek demektir. Ulukışlalılar, tam da bu anlamın insanlarıdır. Ben bunlara bir de; kendinden başarılı olanlara kulp takan, kadirşinas ve konuksever olmalarını ekleyeceğim… Ulukışla’nın eski adının anlamına uygun dostların katılımı ile yapılan etkinliklerin otağı Şiir Ülkesi’nde şenlik zamanı…

“1. Han Duvarları Şiir Dinletisi” 14 Ekim 2000 tarihinde, Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı içinde yapıldı. Zamanın Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Güney, Kaymakamı Hüseyin Parlak, Gazeteci Sunay Türker ile Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinin, bürokratların ve çok sayıda ilgili halkın da katıldığı etkinlik kapsamında benim; Şemsi Belli’nin yazdığı “Anayaso” adlı şiirini okumam, büyük yankı uyandırmıştı. Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği’nin girişimleri ile benim; “50. Sanat Yılı Kutlanması” ve “2. Han Duvarları Şiir Festivali” etkinlikleri kapsamında, çok değerli şair dostlarım, arkadaşlarım, destekçi kurumlar-kişiler ve kadirşinas hemşehrilerimle birlikte 1 Eylül 2021’de “Dünya Barış Günü” kapsamında kutlanacaktı. Ama daha önce (ÖNEMLİ) diyerek söz vermesine karşın, daha sonra Ulukışla Belediye Başkanı Ali Uğurlunun “Belediye Meclisinden karar çıkmadı” diyerek, “ekonomik gerekçelerle” bu olumsuz kararı bana ve kitabın tasarım ve dizgisini yapan Akademisyen Yayınları’na bildirdi. Ulukışla’nın tanıtımına katkı sağlayacak bu etkinlikler ve 3 yıllık bir çalışmamın ürünü olan; (16×24) cm ebadındaki, bol fotoğraflı, tarihi araştırma ve kültür içerikli, 400 sayfa kalınlığındaki “Ulukışla” kitabı basımı ertelenmişti. Herkesin canı sağ olsun. Ulukışla’ya hizmette ve sevgide sınır yoktur. Sevgimiz sebildir bizim…

Şimdi ise, “Anadolu’nun Aydınlık Yüzü ULUKIŞLA” kitabı; başarıyı taşlayan kibirli anlayışlara, bilinen belgeli kötü şeylere, tüm kirli, geleneksel sinsi ve ispiyoncu fişleme oyunlarına karşın; Kuvayı Milliye Ruhu ve Cumhuriyet Devrimleri Aydınlığında, çok bedeller ödeyerek bu güne geldiğimiz zor koşullarda; ödünsüz, vatansever, ilkeli ve kararlı bir duruşla, (yasal-etik-ahlaki) değerlere bağlılık formatında, yeniden okurlarıyla buluştu. Adana Akademisyen Kitabevi teknik ekibinin tasarım ve dizgisiyle basıldı ve siz değerli okurların beğenisine sunuldu… Emeği geçenleri ve destek olanları ayakta alkışlıyorum…

Aynı mekanda (ilk Cumhuriyet kıvılcımının  atıldığı yılda, öğretmen şair Faruk Nafiz Çamlıbel ve pek çok şaire esin kaynağı olması); özel olarak şiirin ve genel olarak da sanatın devrimci, insani, alternatif, aykırı, çılgın, estetik ve güçlü çığlığına tanıklık etmesi, oldukça anlamlıdır. Mutluluk ve heyecan verici ve de duygusaldır… Yenisini kutlayacağımız “2. Han Duvarları Şiir Festivali” bundan böyle, gelenekselleşir ve uluslararası özellikte sürer umudunu taşımaktayız. Bu etlinlikler sırasında ve sonrasında; ilçenin ve köylerinin tanıtılmasına, alternatif turizm potansiyelinin öne çıkarılmasına, kaybolan kültürel değerlerinin yaşatılmasına, bölgenin mutfak ve folklorik zenginliklerinin öne çıkmasına, endemik flora (bitki) ve fauna (hayvan) dokusunun korunmasına ve çevre bilincinin gelişmesine, tüm politik gerilim ve kirliliklerden arınıp, ortak insani değerler kazanılmasına katkı sağlayacaktır. 

Farklı kültür ve değişik ideolojik yapılarıyla, sağcı ve solcusuyla; hep “vatansever ve barışçıl” çizgisini koruyan aydınlar ocağı bileşkesi olan Ulukışlalılar, Anadolu’da birlikte yaşama kültürünün mayasıdır. Ulukışla’da, kimi kendini bilmez kışkırtıcı yalakaların dediği; “Eşek Köylüler” benzetmesine; daha 10 Kasım 1918’de, hem de Ulukışla’da, trende yanıt veren, Mustafa Kemal Atatürk: “Efendiler, köylü milletin efendisidir. Nerede bir, Türkmen köy obasında ve Yörük çadırında hala duman tütüyor ise, bu topraklara asla düşman ayak basamaz. Bu böyle biline…” demişti. 

Öte yandan; 1932 tarihinde, Atatürk’ün hazırlattığı “Yurttaşlık Bilgisi Kitabı” girişinde yer alan, “yurttaş” tanımı ışığında; “hakları, özgürlükleri ve sorumluluklarının bilincinde, çağdaş yurttaş” olmak için, sağduyu ve hoşgörü sıcaklığında dayanışarak, sevgimizi sebil eylemenin tam zamanıdır… Evet dostlar, şimdi şiir zamanı… 

1571 yılında Kıbrıs’ın alınması (bu gün Lefkoşe’den Magosa’ya giderken Ulukışla kasabası var), 1300’lü yıllarda Balkanlar’ın ele geçirilip Türkleştirilmesi ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un Fethi sonrası, Ulukışla ve Merzifon  başta olmak üzere, Orta Anadolu’nun değişik yerlerinden getirilip iskan edinen Müslüman Türk aileler, kendilerine yeni yaşam alanları ve eğlenceler oluşturdu. Osmanlı Döneminde, İstanbul’da okçuluk ve güreş sporları sonrası, en eski futbol takımları kuruldu. Ulukışla’nın Beyağıl, Porsuk, Hüsniye ve Bor’un Sazlıca’dan Istanbul’a getirilen lahana üretici köylüleri; Beykoz, Paşabahçe, Küçüksu, Çengelköy, Beylerbeyi, Göztepe-Merdivenköy, Fındıkzade-Çukurbostan, Beşiktaş-Ortaköy ve Fatih-Karagümrük semtlerinde lahana üretiyorlardı. İstanbul’un Eminönü kasabası, Unkapanı semti, Küçükpazar Mahalesi, Değirmenci sokakta ikamet ediyorlardı. Ve bu adreste; “Lahanacılar İdman Yurdu (LİY)” 1786 yılında kuruldu. Öte yandan, İstanbul’un Silivri ilçesi Selimpaşa kasabası, Kadıköyü, Çatalca ilçesi ve Amasya’nın Merzifon ilçesinden gelen bamya üreticisi köylülerin, aynı dönemde Unkapanı’nda  kurdukları; “Bamyacılar Jimnastik Kulübü (BJK)” futbol müsabakaları oldukça iddialıydı… Bu iki spor kulübünün müsabakalarını halkın yanı sıra; sultanlar, sadrazamlar ve vezirlerde izlerdi. Çok çetin geçen müsabakalar sonrası, Beyoğlu Balık Pazarı ve Karaköy Yüksek Kaldırım’da eğlenceler düzenlenirdi. Türk, Rum, Ermeni, Arnavut ve öteki azınlık gençlerin çetin mücadelesi ile yapılan maçlar sonrası, kardeşçe ve dostlukla kutlanırdı… Centilmence yapılan bu spor yarışları, farklı etnik ve inanç özellikleri olan gençlerin ve halkların, kardeşçe ve huzur içinde birlikte yaşaması kültürüne hep örnek olmuştur. Şimdilerde ise, bu güzel görsel anlara hasretiz. Bu gün, Çengelköy Polis Karakolu önünde bulunan ve o dönemden kalan Lahanacılar Heykeli, bana Ulukışla lahana üreticisi emekçi köylüleri anımsattı, yeniden… Ve lahana üreticisi bir ailenin ferdi olarak, 1971 yılında “Ulukışla Lahana Üreticileri Birliği (LÜB-DER)” kurucu üyesi olarak, (141-142’den) düşünce suçu ile yargılandığım, o zor yılları anımsadım ve derin bir iç çekip duygulandım, yeniden… 1970 yılında Ulukışla’da, Lahana Üreticileri Birliği’nin mitingine yapılan saldırı sonunda, lahana üreticisi köylüler ve gençler gözaltına alınmış ve bazıları tutuklanmıştı. Bu hikayede adı geçen tüm kişileri, kaynakları ve yerleri tek tek gezdim ve belgeledim. Hüzünlü anılarım olmasına karşın; “Ulukışla” sözcüğü beni hep heyecanlandırıyor, nedense… Ve gırtlaktan söylenen, sözsüz Şaman müziki eşliğinde sesim, ümükümde düğümleniyor hep…

Han Duvarları’ndan yükselen gür sesimiz,  Bolkar Dağı’nda yankılanıyor. “Karagöl Şiir İkindisi” zamanı, çam oluklu pınar gözeleri; suyun, şiirin, müziğin ve doğanın şifalı ritmi, tüm hastalıkları yok ediyor. Şairlere eşlik eden, şu ulu dağların yalçın burcunda yankılanan, Yörük kızın yanık türküsü, Kutsal Şaman Ana’nın zikir ve dansına eşlik ediyor. Türkmen Kam otağındaki, al alevin korunda kara dönüşmektedir. “Kar ile Kor Öyküsü” yazılmaktadır, yeniden… 

Gönlü güvercinli ozanları selamlıyoruz… Nazım’ın dediği gibi: “Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anasolu’da”; dil bayrağımız Türkçemizin, zor koşullarda yaşatılması için savaşan, bir aksakal-bilge derviş olan atamız Karamanoğlu Mehmet Bey’in yolunda, Kuvayı Milliye ruhu ile Cumhuriyet Devrimlerinin ışığında, Pozantı Kongresi’nin 100. yılında, yaklaşanCumhuriyetimizin 100. Yılı arifesinde, Bilge Kaan ütopyası ve titizliğinde yeniden silkinip, özümüze dönmemizi isteyen; Karagöl’de can çekişen ve isyan eden, endemik Toros Kurbağalarının göğü ve gölü delen sessiz çığlığı, semada ve semahta yankılanıyor, evreni sarsıyor, yeniden… 

Zamanımızdan 5 bin yıl önce, bu kutsal toprakların yetiştirdiği Sümerli ve sürmeli, öğretmen şair Ludingirra’nın bize kalan son mektubundaki bereketli hasat şenliği sevdası, sonsuz ve zamansız evrende anlam bulan şenliğimizi anlamlandırıyor… Kerpiç evlerde dans eden Hititli güzeller, Porsuk Alan Bahçe’ye giderken, komşularını ve kiraz toplayan al yanaklı güzelleri selamlıyordu…

Porsuk Höyük’te Hitit Demir Çağı’na ait yeni eserler bulundu

Bu bereketli topraklarda binlerce yıldır var olan, Anadolu Medeniyetinin sırları tek tek çözülüyor… Tyana ve Hitit Medeniyetinin yeni eserleri ortaya çıkıyor. Niğde’nin Ulukışla ilçesindeki,  Porsuk-Zeyve Höyük Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Claire Barat: “Bu sene çok mutluyuz, çünkü buradayız ve çalışmaya devam ediyoruz. Bu sene Roma evleri ile surlarında kazı yapıyoruz. Porsuk-Zeyve Höyük çok önemli bir sit alanı. Hitit surları, Demir Çağı surları, Helenistik, Roma ve Bizans dönemi eserleri var” dedi.

Niğde’nin en eski kazı alanı Porsuk-Zeyve Höyük’te, Fransız Arkeoloji Enstitüsünün Türk makamlarından aldığı izinle, 1968’de başladığı çalışmalar devam ediyor.

MÖ: 8’inci yüzyıla tarihlenen, büyük bir kum taşına yazılmış Hitit hiyeroglifleri, Hitit döneminde garnizon olarak kullanılan, surların ve gözetleme kulelerinin bulunduğu höyükte, bu yıl 8 Temmuz 2021’de başlayan yeni kazı çalışmalarında,Demir Çağı’na ait kale surları ve sıva kalıntıları ortaya çıkarıldı.

Kazı Heyeti Başkanı, eski Polytechnique Hauts De Üniversitesi Tarih ve Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Claire Barat, höyükte 2 yıl önceki kazılarda, Roma döneminden kalma 2 bin 100 yıllık ev, kiler, odalar ve saklama kapları bulunduğunu hatırlattı.

Kazı Başkanı Barat:“Bu sene ise, Roma evleri ile Demir Çağı surlarında kazı yapıyoruz. Porsuk-Zeyve Höyük çok önemli bir sit alanı. Hitit surları, Demir Çağı surları, Helenistik, Roma ve Bizans dönemi eserleri var. Bu sene Demir Çağı’na ait surlar ve çok önemli olan orijinal Demir Çağı’na ait sıva kalıntıları bulduk. Şimdi acil koruma yapıyoruz çünkü çok rüzgar ve toz var. Kışın da çok kar yağıyor. Bu yüzden acil çalışma yapmak lazım.” diye konuştu. Barat, höyükte milattan önce 1650’lerde Hitit dönemine, milattan önce 1200-400 yılları arasında da Demir Çağı dönemine ait yerleşim yerleri bulunduğuna işaret etti.

Höyüğün 4 hektar büyüklüğünde olduğuna dikkati çeken Barat, “Burada surlar ve kuleler vardı. 2 sene önce kule ve surlarda koruma yaptık. Bu sene de koruma çalışmalarına devam ediyoruz. Aynı zamanda yaptığımız kazılarda Demir Çağı’na ait kale var.” dedi. Barat, höyükteki orijinal kerpiçleri korumak gerektiğini, bunun için, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Porsuk Köyü Muhtarlığı ve Fransa’da Grenoble’da yer alan yüksek mimarlık okulu laboratuvarı ile işbirliği kurduklarını sözlerine ekledi. 

Öte yandan, bölgede yaptığı örnek çalışmalarla adından söz ettiren, Porsuk Köyü Muhtarı Faruk Ünver ise; konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Pandemi ve mevsimsel koşullar nedeniyle, kazı ekibinin olmadığı zamanlarda, işe ara verilen Porsuk Höyük ören yeri kazı alanınını gözümüz gibi korumaktayız. Atalarımızın bize bıraktığı bu zengin arkeolojik bulgular, ülkemizin bize emaneti olan kutsal mirastır. Bu kıymetli eserler, Anadolu Medeniyetinin günümüze ulaşan emanetidir. Bu eserleri çıkaran, bulan, kayda geçiren, koruyan, sergileyen ve gelecek nesillere bırakan herkese teşekkür borçluyuz. Bu eserler, insanlığın ortak mirasıdır. Bizim kadim atalarımızın binlerce yıl eskilere uzanan köklü medeniyet sahibi olduğunun da kanıtıdır…” dedi.  Ayrıca, kazı alanı yanından geçen yolu kullanan köylüler ise; “Kazı alanın bitişikindeki bu köy yolunu kullanan, ağır tonajlı iş makinaları ve ören yerinin çok yakınında yer alan; ‘Beyaz Tapır Alçı Taş Ocağı İşletmesi’ dilerim, bu kerpiçten yapılmış tarihi yapıya zarar vermez. Medeniyete ve çevre bilincine duyarlı olan Porsuk Köyü ve çevre köylüler de bu hassasiyet içinde olup, bu tarihi eserleri birlikte korumaktayız…” dedi.

Porsuk Köyü’nün komşusu olan Beyağıl Köyü’nden Coğrafyacı Yazar Hüseyin Yavuz’un araştırmalarından anlaşılan; Makedonya Kralı Büyük İskender, MÖ: 333 yılında, Tarsus’taki sevgilisi Kleopatra’ya giderken, Ulukışla-Beyağıl-Porsuk topraklarında (Bedirge denilen yerde) 17 gün konaklamıştır. Porsuk Hitit Höyüğü kazı alanındaki Tyana Medeniyeti bulguları, bölgenin önemini ve Anadolu Medeniyeti izlerinin zengin mirasına tanıklık etmektedir. Bölgeden geçen Tarihi Kral Yolu’nu gören, MÖ: 500 yılından bu yana “Haberleşme Kulesi” olarak kullanılan, Beyağıl Köyü gün doğumunda bulunan Çatal Kaya’nın sırrı. Basmakçı-Gedeli arasında bulunan Lulu Medeniyeti izleri ve 6 Şubat 1934’de Kemal Atatürk’ün de ziyaret etiği ve şifa kaynağı olan Çiftehan Kaplıcaları ise, tarihin her döneminde, termal turizm uğrak yeri olarak önemini korumaktadır… 

Öte yandan, Ulukışla hakkında farklı bilgi sahibi olmak isterseniz; Albert Gabriel’in yazdığı ve (benim 1969’da Niğde Lisesi’nden Sanat Tarihi öğretmenim olan) Ahmet Akif Tütenk’in Fransızcadan çevirdiği “NİĞDE TARİHİ” kitabı, önemli bir kaynaktır. Hasan İzzettin Dinamo’nun “KUTSAL İSYAN” kitabı içindeki “Milli Mücadelede Ulukışla” bölümü okumaya değer. Nazım Hikmet’in “MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI” kitabı, Ahmet Oktay’ın “ULUKIŞLA’DA SAAT BEŞ” şiiri, Öğretmen şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in “HAN DUVARLARI” şiiri, okumaya değer eserlerin başında gelmektedir. O zamanki Niğde Valisi Necmettin Kılınç (2016) ve TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı / Sinema Genel Müdürlüğü destekli, Yoleri Yapım adına, senaryo yazarı ve yönetmen olarak çektiğim; “Şiirin Yol Öyküsü Han Duvarları” belgeseli ve Kategori Yayınları tarafından basılan aynı adlı kitabı, büyük beğeni toplamıştı… Bu çalışmayı özveriyle destekleyen; İstanbul, Ankara, Kocaeli ve Mersin Niğdeliler Derneği ile Maden, Hasangazi, Porsuk, Beyağıl, Altay ve Darboğaz Köyü halkı yanı sıra; Ulukışla ve Kemerhisar Belediyesi desteğiyle yapılan, 29 Ekim 2016’da Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı içindeki, “HAN DUVARLARI” belgeseli galası, ilk gösterimi ve imza günü etkinliği;oldukça yığınsal ve coşkulu geçmişti… 

27 Mayıs 1920’de Karboğazı Baskını sonrası, askerleriyle birlikte teslim olan Fransız Tabur Komutanı Mesnil ve eşini önce Ulukışla’ya ve sonra Kayseri’ye götüren, Ulukışla Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Şevki Alpagut’un kızı İjlal ve Perihan Alpagut ile yaptığım özel röportajlar ve Mesnil ailesinin Fransa’dan yazdıkları mektuplar, bu kitabın içinde yer almaktadır. Özellikle, 15 Eylül 1919’da, İstanbul Hükümetine sadık Şeyhülislam Haydarizade ve düşmanla işbirliği yapan, Ulukışla Kaymakamı Tayyar Bey gibi vatan hainlerine karşı çıkan; Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayı Milliye saflarında yer alan, Ulukışla Müftüsü Mehmet Bahaeddin Efendi; “İstiklalsiz din olmaz…” diyerek, vatan savunmasında taraf olmuştu. Öte yandan, 14 Nisan 2014’de Ulukışla Kaymakamı Ferhat Atar tarafından uygulanan bir “yasak” haberi düştü basına. Ulukışla Endüstri Meslek Lisesi’nin düzenlediği, önceden yasal izinleri alınan ve afişlemesi de yapılan; Dursun Özden’in konuşmacı olarak davet edildiği, “Atatürkiye-Çanakkale’de şehit düşen çocuk askerler” konulu konferans yasaklandı. Konu, basında geniş yer aldı… Dileriz ki, bu tür yasaklara ve olumsuzluklara bir daha tanık olmaz, Kuvayı Milliyecilerin yuvası Ulukışla…

1930 yılında Mareşal Fevzi Çakmak ve 1966 yılında, halk tarafından çok sevilen, vatansever Ulukışla Kaymakamı Yüksel Özden tarafından ödüllendirilen Beyağıl Köyü, çağdaş duruşu ile çevresine örnek olmuştur… Şimdilerde ise; büyük uğraşlar sonunda, başka köylerde de olduğu gibi Beyağıl Köyü’nde açılan “Beyağıl Köyü Halk Kütüphanesi”ne gönderilen bağış kitaplar iade ediliyor. Bu kitabevinin kapısına kilit vuruldu. Bu gün kapanma tehlikesiyle yüz yüze olan ve 1927 yılında eğitim ve öğretime başlayan ve benim de okuduğum; Mehmet Yalman, Ali Yalman, Ali Tekin ve Bahri Sayın gibi Köy Enstitüsü kökenli baş öğretmenlerin görev yaptığı Beyağıl Köyü İlkokulu öğrencileri ve köy halkı, bu kütüphaneden faydalanacakları günü bekliyor… Okuma yazma oranı yüzde 100 olan ve pek çok aydın insanın yetiştiği Beyağıl Köyü’nde neler oluyor? Nereden nereye… Üzücü bir durum… Öte yandan, orman işçisi kadınların emek mücadelesini ve bölgede siyanürlü altın işletmeciliğine direnen Porsuk, Hasangazi ve Maden Köyü kadınlarının zaferini de alkışlıyoruz…

Ulukışla’nın yetiştirdiği yazarlar arasında, hiç kuşkusuz Süleyman Tarık Buğra’nın yeri başkadır. Kurtuluş Savaşında Akşehir ve Afyon Cephesinde Kemal Atatürk’ün hep yanında olan; Darboğazlı Süleyman Çavuş (Süleyman Gökalp)’un oğlu, “KÜÇÜK AĞA” kitabı yazarı Süleyman Tarık Buğra ve Tarık Buğra’nın kızı; “DEVLET ve İNSAN” kitabı yazarı, ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibi ve Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ayşe Buğra Kavala, Porsuklu “ANADOLU’NUN ERMİŞ KADINLARI” kitabı yazarı Dr. Gülenay Pınarbaşı, Beyağıl Köyü’nden “KRİZE KARŞI KOOPERATİFLER” kitabı yazarı Doç. Dr. Serkan Öngel, Alman araştırmacı Rana Holtzi’nin “SESSİZ TOROS KURBAĞASI”, Prof. Dr. Hazım Gökçen’in “ULUKIŞLA TARİHİ” kitabı, Dr. Esra Yavuz’un “ORTA ASYA’DAN ULUKIŞLA YAYLAKLARINA” kitabı, Ulukışla eski Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Güney’in kaynak çalışmaları ise, bir başka kitap konusudur. Mehmet abinin bölgeye katkısı için kendisine teşekkür borçluyuz… Ulukışlalı yazar Ahmet Şenol’un araştırmaları, Ulukışlalı avukat yazar Ceyhan Demir’in “ULUKIŞLA” kitabı ve ADD sevdalısı bağışları takdire şayandır. Zafer Dersaneleri Dergisi sahibi, eğitimci Ali Demir’in anıları, Tabaklı (Köşkönü) Köyü öğretmeni (1973) İsmail Göltaş’ın “İLK ÖĞRETMEN GREVİ-1 MART 1920” kitabı, Darboğazlı Mehmet Emiralioğu’nun “KÖY ENSTİTÜLERİ”, Gökhan Eşel’in “AMERİKAN BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ” kitabı, Prof. Dr. Osman Nuri Koçtürk’ün “GIDA EMPERYALİZMİ” kitabı, Niğde  Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in “KAPADOKYA’NIN BAŞKENTİ NİĞDE” kitabı, Eminlik Köyünden Tevfik Oral’ın “BENDE KALANLAR” kitabı, Beyağıl Köyü’nden 68 Kuşağı Hareketi öncülerinden Hüseyin Yavuz’un “İSYAN GÜNLERİ” kitabı, yine Beyağıl Köyü’nden sendikacı yazar Mustafa Dilmen’in “ÖRGÜ ŞİŞİ-ÖRGÜT İŞİ” kitabı, Darboğaz Köyü’nden Dev-Gençli Mustafa Ulusoy’un “AL SANA BİR SİLAH” kitabı, Ulukışla’nın Alihoca Köyü’nden Mehmet Erçen’in “BEDEL” kitabı ve Dursun Özden’in “BOLKAR ÇIĞLIĞI” kitabını okumanızı öneririm… İçinden Ulukışla geçen, benim öteki çalışmalarımdan bazıları ise şunlardır: “GÖKKUŞAĞI TARLASI, ŞİİR BAYRAMI, KANAYAN TÜRKÜ, MANKIŞLAK’TAN ULUKIŞLAK’A GÖÇ-ALTAY KÖYÜ-1955, HAN DUVARLARI BELGESELİ, SIKINTILI SENELER-KUTSAL EMANETLER NİĞDE’DE, MÜBADELE ACISI, ANADOLU KARIZLARI, ANADOLU SU MEDENİYETİ, UYGARLIK HARİKASI UYGUR KARIZLARI, KAM KÜLTÜRÜ ŞAMANİZM, ANADOLU’NUN 66 HALİ-GEZİ REHBERİ” adlı kitapları da okumanızda yarar vardır… Öte yandan, Darboğazlı Sosyolog Aysel Yetiş’in yöresel folklorik araştırmaları, Darboğazlı Ressam Hasibe-Selçuk Güner ve Hacer Salman’ın özgün yağlı boya tabloları, Ulukışla’nın bir başka değeri olarak, alkışı hak ediyorlar… 

Köy köy dalaşan Eşekli Seyyar Kütüphanecilerin yanı sıra; 1930’lu yıllarda Ulukışla’nın köylerinden, kız ve erkek yoksul köylü çocukların davul zurna ile toplanıp, 6 yıl okulda teorik ve uygulamalı eğitildikten sonra, bir ışık kaynağı olarak tekrar köylerine gönderilen, İvriz ve Pazarören Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin özveriyle çalıştıkları, Eğitim Seferberliği ise, bölgenin aydınlık yüzü olmasına büyük katkı sağladığını da vurgulamakta yarar vardır… Öte yandan, bu kitapta yer alan bazı harita, belge ve bilgileri ile katkı sağlayan, tarihçi ve arşivci Dr. Savaş Songur’a da ayrıca teşekkür ederim…

Kalkankaya Hitit Maden Arama Ruhsatı

Mayıs-Ekim ayları arasında, yolunuz Orta Toros Dağları olan Bolkar Dağı’na düşerse; doğa sporları, arkeolojik bulgulara ve tarihi araştırmalara meraklı gezginler ve ilgililer için, önemli bir alternatif turizm gizisi için, Ulukışla’nın Maden Köyü ‘ne rotanızı çeviriniz.  Bu bölgenin bulunduğu topoğrafik yapı, karla kaplı hırçın doğa koşulları, Karagöl ve Çinili Göl manzarası yanı sıra; Çiftehan’dan başlayan bu vadide bulunan Alihoca ve Meden Köyü yolu ile ya da Porsuk-Alan Bağı üzeri, Gümüş ve Darboğaz yolu ile çadır ve kamp alanlarının bulunduğu Meydan Yaylası denilen yerde,  geceleri biraz üşüsenizde; rengarenk çiçekler ve kardelenlerin arasında, yabanıl hayvanlar ve keklik sesleri eşliğinde dans eden, yılkı atların telaşında, endemik flora ve fauna örtülü, çam oluklu pınar gözelerinin bulunduğu yerde;  yayık yoğurdu, ayran, et, kuzukulağı, mantar ve kengeri meşhurdur. Dağların ve ormanların gönüllü bekçici olan çevre köklerden çobanların ve Çukurova’dan gelen Sarıkeçili ve Karakeçili Aşiretlerin, mevsimlik Yaylacı Türkmen Yörüklerin zengin ve organik Göçebe Mutfak Kültürü, sizin buralara yeniden gelmenize neden olacaktır. 

Bolkar Dağları’nda bir kaya üzerinde, Geç Hitit Dönemi ve yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen bir yazıt bulundu. Bu bölgede hala çalışan ruhsatlı altın işletme galerileri ve yeraltı maden ocakları bulunan ve Bolkar Dağı kuzey vadisinde yer alan, Ulukışla’nın Maden Köyü Kalkankaya Mevkisindeki bu yazılı kaya; koruma altına alınmıştır. 1973 yılında, Arkeolog Mustafa Kalaç tarafından bulunan ve dünyanın en eski maden arama ruhsatı olduğu iddia edilen bu yazıt; Konya’nın Ereğli ilçesinde bulunan, İvriz Kaya Kabartma yazıları ile benzer olduğu bilinmektedir. Dilerim bu tarihi yazıt, iyi korunuyordur. Uluslararası tarihi eser kaçakçılarına ve define avcılarına aman dikkat!..

Bu zamanda ise, çoğu yabancı şirketlerin işbirlikçisi olan Maden arama ruhsatlı yerli talancıların, ülkemizin yeraltı ve üstü kaynaklarını nasıl yağmaladığına tanık olmaktayız. 

Kalkankaya üzerinde bulunan“Maden Arama Ruhsatı” kaya kabartma yazısı, Hititçe olup; yazıtın bir kısmı, şimdiki hali ile okunup tercüme edildi. Okunan bölümleri ise şöyledir:

“Ben Tarhunazi, Prens Tarhuwartanun oğlu,’ 

‘Kral Warpalawanın kahramanı, yasal hizmetkarıyım.’

‘Ve beyim Kral Warpalawaya iyi hizmet ettim.’ 

‘Ve o bana tanrı Muti Dağı’nı verdi’.

‘Ve beyim Kral Warpalawayı iyi şekilde yükseltti.’

‘Fakat o bana süratli katırlar verdi.’

‘Ve Tarhunazi bu tanrılara her yıl kurban eder.’

‘Ve ona Muti Dağı tanrıları iyi gelirler.’

‘Bu yazıyı kim kazırsa, silerse parçalarsa,’

‘Bu kimseyi fırtına tanrısı ve tanrılar sürsünler.’

‘Ve ay tanrısı onu yakalasın’.

‘Ve tanrı Nikaruha onu yesin…”

Sümerli Öğretmen Şair Ludingirra’nın Son Mektubu

Dört bin yıl öncesinden ‘size bir mektup var’ deseler tepkiniz ne olurdu? Anadolu Medeniyetinin yeşerdiği bu bereketli toprağın aydını ve hemşehrimiz olan Sümerli öğretmen şair Ludingirra, binlerce yıl öncesinden bize bir mektup yazmış. Mektubunda şunları söylüyor:

“Ben bir Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmiş beşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım fakat şairlik ve yazarlık ölünceye kadar sürecek.

Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık.

Bu güzel ve uygar ülkemize heryerden göz diktiler.

Göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi çalışan çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, bol ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, her türlü bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi.

Fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. Kentlerimizi yakıp yıktılar.

Biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık, onlar yaktılar. Halkımız hatta krallarımız tutsak oldu.

Ailelerimiz dağıldı. Tarlalarımız, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini.

Onlar yönetiyor bizi şimdi. Topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı.

Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “biz yaptık, biz bulduk” diye övünmeye başladılar.

Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler.

Bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. Ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum.  Bir gün aklıma geldi.

Ben bir yazar olduğuma göre; ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişini, geleneklerimizi yazmaya karar verdim. Böylece herkese ulaşacağını umut ediyorum.

Bizim uygarlığımız belki binlerce yıl sonra yaşayan insanlara da geçecek. Bizim attığımız temeller üzerine yenilerini koyacaklardır.

Ah! Onlar da bizi hatırlayıp bıraktığımız kültür mirasları için teşekkür edebilseler!..”

Sümer tabletinden çeviren: Dr. Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog)

Öte yandan; Aksakal bilge derviş olan Sümerli kadim atalarımızın bize emaneti olan bu kutsal topraklar, zengin kültürlerin beşiğidir. Emek, hasret ve vatan şairi Nazım Hikmet’in vurguladığı gibi: “Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu toprakları, bizim…” 1955 yılında Orta Asya’dan, Altay Dağları yamaçlarından Anadolu’ya gelen Uygur-Kazak Türkleri için kurulan Altay Köyü’nü ve Yunanistan’dan göç eden Mübadil köyü olan Maden ve Ovacık köylerini ayrı tutarsak; Ulukışla’nın pek çok köyünün ortak benzerlikleri olması nedeniyle, Yeniyıldız (Burna) Köyü’nü örnek olsun diye tanıtmakta yarar vardır. Yeniyıldız Köyü; Ulukışla ilçe merkezinin güneybatısında yer alır. Doğusunda Kılan Köyü, batısında Hacıbekirli Köyü, güneyinde Mersin il toprakları, kuzeydoğusunda ise Ulukışla yer almaktadır. Orta Toroslar-Bolkar Dağları’nın kuzeybatı eteğinde yer alan köyün bir tarafında orman, bir tarafta bahçeler, diğer tarafında ise bozkırları görmek mümkündür. Köyün başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Şimdilerde ise, sırt çantalı ve karavanlı gezginlerin kamp alanı, alternatif turizm potansiyeli ve mevsimlik yayla kültürü yanı sıra; organik tarım, arıcılık ve ihraç kiraz üretimi ile öne çıkmaktadır.  

Yeniyıldız’ın tarihi ismi önce Buna, adıyla anılıyordu. Bu isim; yaylalarda konar-göçerler arasında ve çevre köylerde, yün ve keçi kılı eğirmekte kullanılan, el yapımı bir araç olan kirmanda, bir eğrimlik yüne “burma” dedikleri bilinmektedir. Burma; kadınlar yünü eğirirken kollarına takarlar, yörede bu uygulamaya verilen addır. Yeniyıldız’ın oturum şekli de “burma”ya benzediği için, bu ismi almıştır. 12 Eylül 1980 sonrasında, Diktatör Kenan Evren’in Anadolu’nun pek çok bölgesinde uyguladığı politika sonunda; bazı mezra, köy ve kent isimleri değiştirilmişti. Bu kapsamda, Burna Köyü adı; Yeniyıldız olmuştur. Burası tipik bir yerleşik Yörük köyüdür. Ereğli-Ulukışla arasındaki düzlüklerde ve dağlık yamaçlarda 30’a yakın köy halkı, Karamanoğlu Mehmet Bey taraftarı olup, Kahramanmaraş ve Gavur Dağı tarafından gelmiştir. Yeniyıldız halkı bir rivayete göre Karamanoğulları Beyliği’ndendir. Oğuzların Avşar boyundandır. Burma ilk kuruluş yıllarında dere yatağına kurulan çadırların şeklinden dolayı bu ismi aldı diyenlerde vardır.

Köyün kurulduğu yer, bir tepenin burnunda olması da bu ismin verilmesine neden olmuştur. “Buruna” köyü Yerine “Burna” köy adı söyleyiş kolaylığından dolayı “BURNA” olarak aktarılmıştır. Bu köyde öğretmenlik yapan Seyfettin Ceylan’ın yaptığı araştırmalara göre; köyün kuruluş tarihi kesin olmamakla birlikte, eldeki kayıtlara göre 1870’lere dayanıyor. Yeniyıldız Köyü merkezinin 500 m. yakınından geçen Tarihi Kral Yolu (Not: Bu tarihi yola, pek çok kişi ve araştırmacı yanlışlıkla; ‘Tarihi İpek-Baharat Yolu’ olarak adlandırıyorlar, bu doğru değildir) üzerinde bulunan, han ve mezarlardan oluşan arkeolojik kalıntı alanıyla, binlerce yıl önceden buralarda yaşam olduğu bilinmektedir. Yeni Yıldız halkının aslı, Türkmen Yörük soyundan geliyor. Köy ormanlık bir arazi üzerinde kurulmuştur. 

Tarihi Kral Yolu güzergahında yer alan, Ereğli yönüne doğru Hacıbekirli Köyü, doğuya doğru ise; Kılan (Aktoprak), Emirler, Darboğaz ve Porsuk (Alanbahçe) ve Hasangazi köyleri bulunmaktadır. Bu güzergahta, Darboğaz Köyü doğu yamacında bulunan Tarihi Tarbaz Tepesi Kalesi ise; (Ulukışla Sansar Tepesi,  Beyağıl Köyü kuzeydoğusunda yer alan Çatal Kaya ve onlarca asırlık Ardıç-Şaman Dilek Ağacı), keşfedilmeyi ve koruma altına alınmayı bekliyor… Öte yandan; Şekerpınarı yakınlarında, Niğde-Adana Otoyolu yapımı sırasında, dinamitle parçalanıp dereye düşen, büyük bir kaya üzerinde bulanan, ‘Büyük İskender Gülek Boğazı Yazıtı’ olarak bilinen bu tarihi eser de, korunmayı çoktan hak ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı elemanları uyuyor mu?

Ulukışla’nın Maden ve Ovacık Köyü yanı sıra; Aksaray, Kapadokya ve Niğde bölgesinin Mübadillerinin toplanma yeri ve tren ile Mersin Limanına gidenlerin hareket istasyonu olan Ulukışla; “tren mi yol alıyor, yoksa evler mi?” diyen ve 1924’de Mübadele Acısını yaşayan komşularımızın, göç öyküsüne de tanıklık eden Ulukışla; 38 Toros Dağı tünellerini aşarken, nice yol ve sevda acıları ve kahramanlık destanlarının da yaşandığı coğrafya olarak belleklerimize kazınmıştır. Anadolu’nun doğal güvenlik kuşağı olan Toros Dağları’nın güneye aşılan stratejik kapısı olan Ulukışla; tarihin her döneminde, pek çok uygarlığın izlerini taşımaktadır…

1967 yılı Ulukışla Ortaokulu mezunuyum. Özellikle, köylü çocukların okuması için özel gayret gösteren, Okul Müdürümüz Adil Aral ve seçkin öğretmenlerimizin ışık kaynağından beslenen; Beyağıl Köyü’nden çok yoksul bir köylü çocuğu olarak, doğup büyüdüğüm topraklara ve beni yatılı okutan devlete borcumu ödemek ve katkı sağlamak için, özümü ve geldiğim yeri-kültürü unutmadan çalışmaktayım. Gittiğim 99 ülkede ve arşınladığım Anadolu coğrafyasında yaptığım araştırmalar sonucu; çok sayıda kitap ve belgesel ile ülkeme katkı sağlamaktayım. Ulukışla’da yazdığım ilk şiirim (Yayla Düşü) 1970 yılında yayınlanmış ve ödül almıştı…

Anadolu’nun Aydınlık Yüzü ULUKIŞLA’nın, halk arasında adı; “GAZİ ULUKIŞLA” olarak anılmasının, pek çok haklı nedeni bulunmaktadır… Dumlupınar Şehitliği’nde yatan “1907 doğumlu, 15 yaşında, Ulukışlalı Ethemoğlu Rıza”dan, İstiklal Madalyalı (ezici çoğunluğu köylü olan) bilinen 151 kahraman Ulukışlalıya dek, her biri bir destan konusudur. Yemen ve Filistin Savaşında, Çanakkale Savaşında, Pozantı-Karboğazı Direnişinde, 5 Ağustos 1920 Pozantı Kongresi’nde ve Ulusal Kurtuluş Savaşımızda, Cumhuriyet Dönemindeki aydınlanma seferberliğinde, hep önde yürüyen Ulukışla’nın bu “VATANSEVER” yönü ise; bu kitabın içinde kapsamlı olarak yer alarak taçlandırılmıştır. 

Bu kitap; uzun yıllar öncesi de olan, yaklaşık son 3 yıllık bir araştırma ve alan çalışması sonunda; Genel Kurmay Başkanlığı ve Başbakanlık Nadir Eserler Arşivi ile Osmanlı Salnamesi Kayıtları, Milli Kütüphane, Anıt Kabir Kitaplığı, Niğde Müzesi ve Yeni Adana Gazetesi arşivi, kaynaklı belgelerinden yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkan, bilinmeyen resim, fotoğraf, harita, bilgi ve belgeler ışığında, özellikle Milli Mücadelede Ulukışla Kuvayı Milliye Müfrezeleri (1918-1923) dönemini kapsayan, bölgenin nüfusu ve halkların dağılımı, Amadolu’yu işgal eden emperyalist ülkelere ve işbirlikçi İstanbul Hükümetine karşı; tüm vatan sathında ve özellikle Çukurova’yı işgal eden Fransız askerleriyle savaşın seyri, Serv Antlaşması, 19 Mayıs 1919-Samsun’dan önce 6 ay, Amasya Tamimi, Sivas, Erzurum ve Pozantı Kongreleri, Mondros ve Lozan Antlaşması, Atatürk-Lenin mektuplaşması, Çukurova ve Bolkar Cephesine de gelen Milli Mücadelede Sovyetler Birliği yardımları ve silahları, Sovyet diplomatların Anadolu anıları, Kilikya (Çukurova) Bölge Komutanı Sinan Tekelioğlu’nun telgrafları, Kaç Kaç Olayı, Niğde ve Bor Kuvayı Milliye desteği yanı sıra; bölgede yaşanan mübadele (nüfus değişimi) göçü gibi konulara da ışık tutan, geniş kapsamlı irdelenen bu çalışma, temel kolektif bir iradenin ürünü ve konusudur… Seyhan Nehri’ni besleyen Çakıt Deresi’nin kaynağı olan; tipik bir kurak-kara iklimin yaşandığı, ekolojik dengesi ve doğal hayatı ile dikkat çeken ve demiryolu-karayolu ağı ile Anadolu’yu güneye bağlayan stratejik bir konumda olan Ulukışla’nın, alternatif doğa-kültür-tarih-termal turizm potansiyeline de dikkat çekilen bu çalışmalara destek olan herkese teşekkür ederim. Elbette eksiklikler olabilir. Adı geçen kitabın 2. baskısında, tüm dostların yapıcı uyarısı ve ekleriyle daha da zengin bir eser ortaya çıkacaktır. Desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim canlar… Karagöl’de yaşam savaşı veren, endemik sessiz Toros Kurbağası gibi, BOLKAR ÇIĞLIĞIMIZ; sonsuz ve zamansız evrende yankılanıyor, yeniden… İyi okumalar…

Dursun Özden

Ulukışla-2021

www.dursunozden.com.tr

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

shared on wplocker.com