ANADOLU’NUN ERMİŞ KADINLARI, Gülenay Pınarbaşı (Kitap tanıtımı)

Anadolu’ya Adını Veren “Ermiş” Kadınlar

Dursun ÖZDEN

Pek çok şair gibi Nazım Hikmet’e de esin kaynağı olan kadınlar, özgürlük, vatan ve sevda hasreti çekerken; zor zamanlarında ozana umut kaynağı olurlar. Ve Nazım çığlık çığlığa seslenir onlara: “Kadınlar, ah bizim kadınlarımız, anamız, avradımız, yarimiz.. Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar, bizim kadınlarımız… Uğruna dağlara kaçıp mapus yattığımız kadınlar, bizim kadınlarımız…”

Gülenay Pınarbaşı, bu eserinde bu toprakların manevi mayasında harcı olan Ermiş Kadınların kadim kültürden gelen hikayesine eğiliyor, sosyolojik bir kültürel belge niteliği de taşıyan eser, Anadolu kadınının tarihsel süreç içinde şekillenen “metafizik yürüyüşü”ne okuru tanık kılıyor. Kimi zaman yolda kalmışlara, zorda olanlara yetişen Hızır Kadın, kimi zaman geleneğin muhafızı ders veren bir dervişe, olağanüstü hâller gösteren bir uyarıcı, Aşk’ın od’unda yanmış bir kavuşamayan, kimi zaman da dünya zevklerinden el etek çekmiş ve fukaraya kendini adamış bereketin, doğumun, gövermenin timsali feragat ustası bir piri fâni… Anadolu kadınları…

Post-Modernist-Kültürel bir çağda Gülenay Pınarbaşı’nın, titiz bir sosyal bilimci olarak geleneğin söz ambarından ve manevi deposundan, günümüz insanının hız ve haz atmosferinde elimine olan ve türlü modern sorunlar ve açmazlarla boğuşan yalınkat dünyasına ve göz erimine, tasavvufun yerli epik evreninden kült kahramanlar sunarak her birimize yol işaretleri, işaret fenerleri ve ışıklı bir aydınlık getiren Anadolu’nun Ermiş Kadınları eseri,  “Anadolu kadını kahramanını arıyor” cümlesinin de somut bir verimi, üzerinde çalışılmış sağlam bir kanıtıdır. Anadolu’nun Ermiş Kadınları, birçok iş ve yoğunluk içinde kendi ben’imizi bulmaya çalıştığımız veya yitirişler yaşadığımız bu yapay zamanlarda kronikleşmiş yeni/modern sorunlarımıza kadim çözümler üretiyor.

“Altmış dokuz kadına… Kadınlar için de sabredenlere, Kadıncık, Bacım ve Akkız’a” armağan edilen bu kitabın her satırı; Anadolu’nun Ermiş Kadınları’nın sessiz çığlığıdır…

Her hayat yeryüzünde iz bırakmak için mi yaşanır?

Gönül insanıysan, ikbalin sevgiyse yaşanır…

O kadınlar öyle bir hayat yaşadılar ki iz bıraktılar… Ama suya… 

O kadınların bazılarının hayatları kasvetliydi… Bazılarının ise karanlık… Halleriyse dalgalı, sabırlı, sevgili… Halet-i ruhiyeleri hep aynı… Anadolu’nun aydınlık yüzü, sözlü edebiyatımızın taşıyıcısı olan “Ermiş” ya da “Şaman” kadınların ışığı, Anadolu’ya adını veren ermiş kadınların adaleti ve bilge kültürlerin birlikte yaşama mayasıdır…  Anadolu’da halk hayatını sabır, iyilik, fedakarlık ve sevgi ile kuşatan kadınların mucizevi hallerine ‘Ermiş’ ismini yakıştırdı. Yazar Gülenay Pınarbaşı da bu kadınların hikayelerini “Anadolu’nun Ermiş Kadınları” adıyla kitaplaştırdı (2011). Pınarbaşı, kitabının yenilenen baskısında, 69 olan kadın hikayesini 80’e çıkarıyor. Yazar, “Olağanüstülük atfedilen bu kadınlar, aslında gündelik hayattan kopmadan sıradanlığın içindeki güzelliği yakalamışlar” diyor.

Gülenay Pınarbaşı, 2011 yılında kaleme aldığı ve büyük ilgi gören “Anadolu’nun Ermiş Kadınları” kitabının genişletilmiş ikinci baskısını çıkardı. Pınarbaşı; konferans, seminer ya da ziyaret için gittiği yerlerde karşısına çıkan ermiş kadın hikayelerine kayıtsız kalamamış. Daha önce 50’ye yakın köye ve kasabaya gidip hikayeler derleyen yazar, bu kez 80’e yakın yeri ziyaret etmiş. Yazar, Anadolu’nun bu kadınlara verdiği hükümlerden ermiş kadın tanımının doğduğunu ifade ediyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “ Biz de genellikle erkek evliyalara atfedilen sadece ilimle ve ibadetle uğraşan bir model anlatıldı. Bu anlatılarda ise kadınlar annelik, eşlik, kayınvalidelik vasfıyla karşımıza çıkıyorlar. Zaten Anadolu’da kadın 10 bin yıldır eş, tüccar, anne, kraliçe, kayınvalide olarak hayatın tam içinde yer alıyor. Ermiş kadınlar içinde bunu söyleyebiliriz.“

Pınarbaşı, bir tasavvuf büyüğünün eksik hikayeler sana tamamlandıracak sözünün ardına düşmüş ve görünmez bir el ona yardım etmiş. “Eğer gerçekten bilinmek istiyorlar ise, siz vesile oluyorsunuz” diyen yazar Günenay, ermişlerin hikayelerini ortaya çıkarırken, en çok yaşlılardan ve kadınlardan bilgi aldığını söylüyor. 

KADINDAN EVLİYA OLMAZ MI?

Toplum genelindeki kadından evliya olmaz algısının sanıldığı gibi geçmişte yaygın olmadığına vurgu yapan yazar, bunu şöyle açıklıyor: “Ermiş kadınların yaşadığı dönemde toplumda günümüzün tam aksine olumlu algılar var. Çok sıra dışı bizim de aklımızın kavrayamadığı bazı zorluklara katlanan insanlardan bahsediyoruz.“ Aslında ermiş kadınların bu olağanüstü olarak nitelenen halleri günlük hayatın içinde sıradan olaylar gösterdikleri sabır ve anlayıştan kaynaklanıyor diyen Pınarbaşı bunu bir örnekle açıklıyor: “Mesela Bursa’da Şerife Hanım isimli bir kadın ermiş var. Hiç çocuğu olmamış ve kocası felç. Şerife Hanım, her gün kocasını sırtına alıyor ve halkın içinden geçerek onu bir yokuştan çıkarıp evine götürüyor. Bedenin fiziksel olarak gerçekleştiremeyeceği bu hareket halkın dikkatini çekiyor ve hikayesi dilden dile dolaşıyor. Aslında bu bir iman gücü. Bu bir sevgi ve saygının sonucu oluşan duruma bir olağanüstülük atfediliyor. Şerife Hanım iyi olarak kabul edilen bir kişi ise, üstüne olağanüstü olaylar gerçekleşince bu kişi ermiş olarak kabul ediliyor. Bir süre sonra hem yaşarken hem vefat ettikten sonra bu bir ermiş kadın, onu ziyaret edelim diyorlar.”

Ermiş kadınların kitabına bakınca okurların bir değerler sistemi göreceklerini ifade eden yazar, bu sistemin kaynağının ilk önce İslamiyet’ten daha sonra Hz. Peygamber’in ve Hz. Fatma’nın ahlakından alındığına dikkat çekiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ermiş kadınlar, değerler sistemini coğrafi ve siyasi şartlar altında Anadolu’yu Türkleştirmeye ve İslamlaştırmaya çalışan ama yolunu ahlakla, iyilikle, güzellikle ve sabırla bezemiş sıradan kadınlar. Bu 80 kadından sadece bir tanesi Afyon’daki Destina Hatun, bizim düşündüğümüz anlamda bir yere kapanıp tespih çekiyor. Diğerlerinin hepsi geçim derdiyle, kocasıyla, kayınvalidesiyle, çocuklarıyla hayatın içindeler. Hayatın içinde kendi seyrü selük evresini tamamlamış. Toplumun içinde ve topluma rağmen Allah’a vasıl olmuşlardır. ”

Kadınlar hayatın içindeler. Halk araştırmacısı Pınarbaşı, önümüzdeki günlerde de kadın araştırmaları yapacağını belirtiyor ve ekliyor : “Altı yıl önce yola çıkarken şöyle bir motivasyon ile yola çıkmıştım. ‘ Hayır Batılıların söylediği gibi kadın Anadolu’da ezilmiyor ben bunu ortaya çıkaracağım’ Evet o idealist bakış açımla belli bir noktaya vardım. Kadınların gündelik hayatta sadece eve bağımlı kalmadığını, erkek-kadın ayrımının çok keskin olmadığını ortaya çıkardım. Günümüzde kadın değişti mi, yozlaştı mı yoksa post modern bir sürece mi girdi ? Buradan yola çıkarak kadın kimlik konularında çalışmayı düşünüyorum. Toplumda kadın nasıl konumlanması gerekiyor, kimlik, küreselleşme ve Anadolu kadını kodları üzerinden gideceğim. 10 yıl boyunca gezdiğim kent, kasaba ve köylerde bu süreçteki değişim ve dönüşümler benim için önemli veriler sağlayacak.”

Mucize hikayelerinin çoğu sözlü kültürle yaşatılıyor

Pınarbaşı, kitabının sadece halk hikayelerinin derlendiği bilimsel bir araştırma olmadığına dikkat çekiyor ve derlediği onlarca mucizevi hikayelerden birini bizim için şöyle aktarıyor: “Araştırmayı yaparken Ankara Haymana’da Cimcime Sultan diye bir türbe ismi ile karşılaştım. Bir araştırmacının bu kişiyi Erzincan’da yaşayan bir erkek olarak belirtmesi üzerine Haymana’ya gitmedim. Ermiş kadınların birinci baskısının ardından Ankara’ya kitap ile ilgili bir toplantıda 70’li yaşlarda bir kadın ‘kitapta Cimcime Sultan’ı bulamadım’ dedi. Ben de gerekçesini söyledim. Bana şöyle bir hikaye anlattı. Annesi medrese tahsili almış, ilim sahibi bir kadınmış. 18 yaşında iken evlenmiş ve çocuğu olmamış. Sürekli rüyasında genç bir kadını görüyormuş. Beni buradan kurtarırsan senin bir kız çocuğun olacak diyormuş. Üç gün üst üste bu rüyayı görmüş. Söylediği yerde Haymana’nın merkezinde imiş. Bu rüyalar üzerine belediye başkanı ile görüşmüş. Başkan onun dediği yeri kazdırmış ve orada genç hiç bozulmamış bir kadın cenazesi bulmuşlar. Böylece türbesini inşa etmişler.”

Çünkü çok eski zamanlardan ve göçebe kültürünün yaygın olduğu dönemlerden ve koşullardan dolayı; Anadolu kadınları, sözlü edebiyatın yaratıcısı ve taşıyıcısı rölünü de üstlenmişlerdir. Ağıt, mani, ninni, kına gecesi türküleri, göç, sevda ve koçaklama türü sözlü edebiyatın gelecek nesillere aktarılmasında taşıyıcı görevi üstlendikleri doğrudur. Cumhuriyet Devrimleri kapsamında; laiklik, seçme ve seçilme hakkı, okuma-yazma seferberliği ve kız çocukların okula gitme zorunluluğu gibi kazanımlar sonunda; yazılı edebiyatın da önünde yürüyen, hatırı sayılır önemli yazar, sanatçı ve kültür insanları arasında kadınlarımız başı çekmektedir. Bu bağlamda, Niğde’nin Ulukışla ilçesine bağlı Porsuk Köyü’nden sevgili hemşerim Günenay Pınarbaşı, Anadolu’nun şavkıyan aydınlık yüzü olarak; sözlü-yazılı edebiyatın kaynağı olan Anadolu’nun “ermiş” kadınlarını araştırıp, gün yüzüne çıkarması ve kitaplaştırıp, başucu-kaynak eser olarak, okurlarıyla buluşmasını sağladığı için, ona ne kadar çok teşekkür etsek azdır… 

Yazar Gülenay’ın bu araştırmacı özelliğinin kaynağı, merakı ve belgeleme gayretinin altında yatan bir sır olduğunu bilmekteyiz. Bizim bereketli, zengin kültürel mirasımız olan Anadolu Medeniyeti eserlerinin etkisi ve yaşayan varsıl özelliği olmalıdır. Bir kadın yazar olmanın yanı sıra, atalarının ve kendisinin doğup büyüdüğü topraklar üzerindeki yaşayan kültürlerin, etkisi ve dışa vurumu da olabilir. “Porsuk Hitit Höyüğü” kazı alanı ve ören yerinde bulunan tarihi eserlerin, zamanımızdan 5 bin yıl eskilere uzanmasının, bu güne yansıyan tarihi varsıllıklar; doğal olarak çevresinde yaşayan halkları, olumlu etkilediği bilinmektedir. Tarihi kökleri zanımızdan 13 bin yıl eskilere uzanan Anadolu Medeniyeti’nin zengin mirası, pek çok yazara esin kaynağı olmuştur… Sümer, Hitit, Tuvana, İlhanlı, Selçuklu ve sonrası pek çok medeniyetin izlerinin var olduğu bu bereketli coğrafya, Kaya yamacına yazılı, 5 bin yıllık dünyanın en eski maden arama ruhsatı yazısının bulunduğu bu topraklar, Lulu Medeniyeti sonrası, MÖ: 333 yılında 17 gün Büyük İskender ve ordusunu konuk etmiştir. Tarihi Kral Yolu buradan geçmektedir. Hitit, Selçuklu, Karamanoğlu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi kültür ve yaşam tarzlarının, geleneksel üretim ilişkisi ve dil bayrağımız Türkçenin yaşatılması gibi pek çok göçebe ve yerleşik düzen konumunun korunması ve düzenli devlet geleneğinin yaşatılmasında; özveriyle ve sadakatle, uyumlu toplumsal ve töresel yaşam tarzının örneğidir, bu coğrafyanın insanları. 

Elbetle, tüm bu ilişki ağının yaşatılmasında; Orta Asya Türk Toplulukları ve Anadolu Medeniyetlerinin öz kaynağı olan Anaerkil (Şaman) Yaşam tarzının ağır bastığı ve belirleyici özellik taşıdığı bilinmektedir. “Ermiş” olarak bazı “sözlü” yasal kuralları ve “kutsal” yüklerini de barındıran, Anadolu’nun özgür ruhlu bilge-evliya kadınlarının; toplumsal düzeni sağlamadaki “kadın egemen” ilişkinin de yapı taşı durumunda oluşlarının gün yüzüne çıkması ile, “Ana” olma özelliğinin ve kadın gücünün etkisini vurguladığı da bir gerçektir. 

Genelde kır kökenli insanlarla görüştüğünü ifade eden Pınarbaşı, eğitim düzeyleri farklı olsa da ‘Anadolu’nun kadim kültürü’yle bağını kesmeyen insanlardan faydalı bilgiler edindiğini belirtiyor. Ermiş kadınların çoğu öldükten sonra, halk tarafından bilinir hale gelmesini ise, Gülenay Pınarbaşı şöyle açıklıyor: “Anadolu’da kadın ne cam fanusların arkasında, ne de tarihin akışını değiştirecek olayların ortasında yer almış. Onun hiçbir zaman bir görünme ya da görünmeme kaygısı olmamış. Sadece hayatını yaşamış. Ancak halk kültüründe kavga ne kadar büyük olursa olsun, kadın başörtüsünü ortaya atınca kavga son bulur…” 

Göçte, savaş ve barış durumunda, hasat ve bayramlarda, toy ve töresel anmalarda; Ermiş Anadolu Kadınları, erkek egemen ilişkilerin önünde ve üstünde olmuştur. Bu yapının sosyolojik, inanç, doğa ve tarihi gerçekleri bulunmaktadır. Gülenay Pınarbaşı’nın şiir sıcaklığında kaleme aldığı; “Anadolu’nun Ermiş Kadınları” kitabını okurken, bu gerçekleri ve varsayımları anımsadım, yeniden…

Anadolu’nun Ermiş Kadınları, Gülenay Pınarbaşı, 

Okur Kitaplığı Yayınları, Birinci Baskı: 2011. 

Seçkin kitapçılarda…

KAYNAK: www.dursunozden.com.tr

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

shared on wplocker.com