Mübadele Acısı/ Emanet Sandıktaki Gelinlik ve Dudak İzi

Mübadele Acısı & Sessiz Çığlık

Yazı ve Fotoğraflar: Dursun Özden (Belgeselci, Gezi yazarı)

Bu köşe yazısı, “Mübadela Acısı“ başlıklı araştırma ve dizi yazısının özetinden ibarettir.

Lozan Antlaşması sonrası; Anadolu’da yaşayan Ortodokslar (yaklaşık sayıları 500 bine yakın) ile Yunanistan’da yaşayan Müslümanlar (yaklaşık sayıları 1 milyondan fazla),  (Mübadele) Nüfus Değişimi gereği, yer değiştirdiler. Her iki tarafta doğup büyüdükleri, yaşadıkları evlerden ve sevdikleri komşularından koparılarak; özgürlüklerinden ve kendi iradelerinden savrularak; zorunlu göçe tabi tutuldular.

Mübadele acısını yaşayan her iki halk da, aynı kaderi paylaştı…

İçinde gelinlik çeyiz eşyaları ve kıymetli taşınır-taşınmaz malların, tapuların, değerli ziynetlerin ve belgelerin olduğu sandıklarını, tekrar geri göneceğiz umuduyla, güvendikleri komşularına emanet ettiler ve gittiler… Bir daha asla dönemediler… Benim bu çalışmam sonucu, Ege Denizi’nin iki yakasına savrulan bu Mübadil insanların kendilerini, çocuklarını ve torunlarını, doğup büyüdükleri ve atalarının yaşadığı evleri, komşuları ile yıllar sonra da olsa kavuşturmanın hüzünlü ama mutlu kucaklaşmalarına neden olduğum için ben de duygulandım ve meulu oldum elbette…

Çok ilginçtir ki, Anadolu’dan giden Ortadokslar, göz edeli 100 yıla yakın bir zaman olmasına karşın, özellikle yaşlı Ortadokslar, hala içinde Türkçe sözcükler ağırlıklı Karamanlıca denen bir dil konuşuyorlar ve yemek kültürleri Anadolu insanının aynısı… Kapadokya bölgesinde (Güzelyurt, Ihlara, Derinkuyu, Özkonak, Göreme, Avanos, Ürgüp, Mustafapaşa, Niğde, Yeşilburç, Aktaş, Bor, Ulukışla, Ovacık ve Maden)’de yaşayan Ortodokslar, kağnılarla ve at arabalarıyla en yakın tren istasyonuna taşındalar. Oradan da trenle Mersin Limanına geldiler. Toros Dağı tünellerini geçerken, içten içe ağlayan Mübadiller; “Tren mi yol alıyor, yoksa evler mi?” diyerek, gözyaşı döküyorlardı. Mersin Limanından İtalyan gemisine binen mübadiller, önce Yunanistan’ın Pire ve Selanik Limanına geldiler. Karantinaya alındılar. Sonra Yunanistan’da yaşayan Müslümanların boşalttığı köylere, evlere yerleştiler. Ama akılları hep, Anadolu’da kalmıştı. Aynı yollarda, Müslüman Türkler Anadolu’da taşındı. Onların da gönlünde, doğup büyüdükleri topraklar ve vedalaşarak ayrıldıkları komşuları vardı…

Göç eden mübadil Müslümanlar, Yunanistan’ın (Selanik, Kavala, Nea Galvari, Nea Epivades, Kozani, İyonya)’da yaşadıkları kent ve köylerden gelerek, adı geçen bölgedeki boşaltılan yerlere yerleştiler. Anadolu, Marmara, Trakya ve Ege’de pek çok kasabanın yanı sıra; Fethiye Kayaköy, İzmir, Ayvalık, Biga, Çanakkale, İzmit, Tuzla, Çatalca, Silivri ve Trakya’nın değişik kentleri ile birlikte; Orta Anadolu’da Ulukışla, Bor, Niğde, Ereğli, Aksaray ve Kapadokya’da Aksaray’a bağlı Gelveri kasabasından, Yunanistan’ın Kavala şehrine yakın Nea Galvari (Yeni Gelveri) kasabasına yerleşen ve Nea Galvari’den gelip, Gelveri’yi zorunlu yurt tutan Mübadillerin tutsak yaşam ve zorunlu göç öykülerinin yanı sıra; yarım kalan düşlerini ve tutsaklıklarını ya da her iki taraftan savurulan halkların, eski vatanlarını ziyaretleri ve zorunlu göçlerin kaybolan etnik kültürleri ve özgür iradeleri nasıl yok edilişinin yani hayatın ya kendisini belgeleyeceğiz.

Öte yandan; eski bir Rum Ortodoks köyü olan Ulukışla ilçesine bağlı Maden Köyü halkının Mübadele sonucu; gelen ve gidenlerin ortak iki uğraş alanı vardı. Birincisi, Toros Dağı’nın derinliklerinden çıkardıkları altın madeni ile tanınan, zengin ve usta madencilerin yaşadığı bir köy burası…

İkincisi; Mübadele öncesi ve sonrasında da, Maden Köyü’nün muhtarı başta olmak üzere, tüm köylülerin doğal hayatı, çevreyi ve ekolojik dengeyi koruyucu eylemleri dikkat çekmektedir.

1924 Mübadele öncesinde bu köyde yaşayan Ortodoksların, yeni gelen Müslümanlara ilk tembih ettikleri şey; “Karagöl ve Çinigöl’de yaşayan “SESSİZ TOROS KURBAĞASI”nı korumalarını istemişler. Yeni adıyla; Rana Holtzi Kurbağasının en ilginç özelliği şudur: Yalnızca Bolkar Dağı’nın 2600 metre kotunda yaşayan ve ötmeyen, dünyanın tek sessiz kurbağası olmasıdır. Ayrıca bu bölgede var olan endemik flora ve faunalar da can çekişiyor. Göle atılan sazan ve alabalıklar, daha larva halineyken kurbağaları yiyor ve bu endemik canlı da tükenmek üzere… Doğal yaşamlarında özgürlükleri ellerinden alınan Rana Holtzi kurbağaları da, kendi gibi birini koruma savaşımı veren Mübadil Maden köylüleri gibi; SESSİZ ÇIĞLIKLARINI yükseltiyor…

İnsan ve doğa denkleminin; mübadele tutsaklığı ve çevre felaketi ortak paydasında, direncin ve yol öyküsünün; iyi komşuluk ilişkilerinin, kardeşlik, barış ve sevgide odaklanmanın, toprak ve dostluğun, yaşadığımız ve soluklandığımız aynı havanın paydaşları olan başka canlıların özgür yaşamlarına ve çevresel dengeye olan duyarlılığın ve yaşamsal paylaşım kültürünün farkındalığının belgeselini çekmek; kaybolmakta olan hayatımızın kimi güzelliklerini yeniden keşfetmeyi hedeflemekteyiz…

“MÜBADELE ACISI & SESSİZ ÇIĞLIK” ile; siz de sesimize ses veriniz…

————————————————————————————————

Kaynak: Mübadele Acısı & Sessiz Çığlık – DURSUN ÖZDEN

www.dursunozden.com.tr

Not: Dursun Özden’e Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Ödülü kazandıran bu araştırma; “Mübadele Allahın Belesi Bir Şeydi” başlıklı raportaj ve dizi yazısı, Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı.

Kapadokya’da MÜBADELE ACISI (2)

1922 de daha Mübadele Anlaşması bile yokken, Kapadokya ve Niğde çevresinden acılı bir göç başladı.

İnsanlar doğup büyüdükleri topraklardan ve hatırnaz Türk komşularından ağlayarak ayrıldılar. Emanet çeyiz sandıklarını ve taşınmaz mallarını orada bıraktılar. At ve öküz arabalarıyla en yakın tren istasyonu olan Konya’nın EReğli ve Niğde’nin Ulukışla istasyonuna gelip, Ereğli ve Ulukışla tren garında toplanan Ortadoks mübadiller (Onların çoğu Ortadoks Türktü); topluca kendilerini bekleyen kara vagonlara bindiler.

Onlar, hiç trene binmemişler, deniz görmemiş ve hiç vapura binmemişlerdi. Kara Tren, 38 Toros Dağı tünellerini geçip, Mersin limanına doğru giderken, yaşlı bir Ortadoks Türk kadın Karamanlıca ağlayarak seslendi: “Tren mi yol alıyor, yoksa evler mi?” Hüzünlü bir göçün öyküsü bu sözlerle başlıyordu. Balkan Savaşı’ndan itibaren Ege’nin iki yakasından yapılan zorunlu göçler, kimseyi mutlu etmedi…

Ege Denizi kararmadan ve dağlar uykuya dalmadan önce; Yüzyılın ilk çeyreği biterken (1924), Ege Denizi’nin iki yanında oturan yüz binlerce insan, karşılıklı yurt değiştirdi. Kağnılar, vapurlar ve trenler mi yol alıyor evler mi, bilemediler. 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan göç dalgası, binlerce Müslümanı Anadolu’ya savurmuştu. Ardından I. Paylaşım / Dünya Savaşı patlak verdi (1914). Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, bu göç dalgası daha da büyüdü. 1924’de Lozan’da imzalanan “Nüfus Mübadelesi (değişimi) Sözleşmesi” ile büyük bir nüfus değişimi yaşandı. Selanik’ten, Kavala’dan, Girit’ten, Kesriye’den, İonya’dan, Midilli’den, Rodos’tan, Kozani’den yaklaşık 400 bin Müslüman geldi. Anadolu’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ortadoks, Yunanistan’a göç etti. Orada yeni yurtlarını, yeni evlerini kurmaları kolay olmadı. Yıllarca çadırlarda ve barakalarda, büyük acı ve kayıplarla yaşadılar. Yolda ve yeni yurtlarında pek çoğu hastalandı ve öldü. Herkes doğduğu evi, diktiği ağacı ve komşularını özledi… Burada doğduysa da.. Uzun yıllar sonra Yunanistan’dan kalkıp eski köylerini ziyarete gelenlerden Konstantin Feyzioğlu (95) “MÜbadele (değişim) Allah’ın belası bir şeydi” diye söze başladı. “Bir başka ülkeye, bir başka denize gidelim dedim. Bundan daha iyi bir kasaba buluruz elbet. Her çabamız, kaderin olumsuz bir yargısıyla bir ceset gibi gömülür kalbimize. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede. Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, etrafta bir kara yıkıntı görüyorum. Bunca ömür tükettiğimiz bu ülkede, neden komşularımızdan ve topraklarımızdan bizi kopardılar? Cami ve kiliselerimizle, bayram ve yortularımızla gül gibi geçinip gittiğimiz kapı komşumuzla ayrı düştük. Oysa iyi komşu kardeşten de üstündür.” Ortodoks bir anne ve Müslüman bir babanın çocuğu olduğunu söyleyen Kostantin Feyzioğlu’na göre iki halk arasındaki fark şundan ibaret: “Rumun avanağı yokuşta sigara içer, TÜrkÜn avanağı yokuşta nara çeker.”

Gelveri; Ihlara, Misli, Konaklı, Aktaş, Yeşilburç, Niğde, Bor, Kavuklu, Ovacık, Maden, Ereğli, Ulukışla… Ve öteki Anadolu kasaba ve köylerindeki komşularını özleyen göçmen Rumlar, geldikleri yurtlara bir türlü alışamadıklarını söylüyorlar. Zaman zaman “memleket” dedikleri bu ata topraklarını ve evlerini ziyarete geliyorlar. Onlar İç Anadolu’da bu topraklarda doğmuşlardı. Gelveri onların ana vatanı idi. Akakiadis Pantelis, Gelveri’de doğdu, Yunanistan Nea Kalveri’de ak düştü saçlarına. Ve bu kasaba hep arkalarından gitti. 1911 doğumlu Akakiadis, anasından öğrendiği Türkçe ile; “Gelveri’nin toprağını, suyunu ve taşını özledim…” diyor. Eski adı Gelveri olan Güzelyurt’ta her sabah sokakta göç öyküleri dolaşıyor. Yıllar önce Gelveri’den göç eden bu ak saçlı insanlar, ömürlerinin son göçünü yenileyerek, torunları ile birlikte Gelveri’ye geldiler. Farklı inançlar, yıllarca yan yana yaşamış burada. Dost ve komşu olmuşlar. Aynı dilde, aynı türküyü söylemişler. Türkçe, onların ortak ana dili olmuş. Türküleşmiş: “Emek kaldı orada…” “Haniya da benim elli direm pastırmam / Konyalı’dan başkasına bastırmam / Yürü yavrum yürü, Konyalım yürü / Şimdi burdan geçti, Konyalı’nın biri…”

İonya’da oturan Yorgis Yamıkoğlu, Selanik’te oturan Statios Efstadiadis, Kavala’da oturan Makridis Uzunoğlu, Kozana’da oturan ve zurna çalan Hristofos Hristoforidis ve öteki göçmen Anadolu Ortadoksları, atalarından öğrendikleri “Karamanca” dili ile özlemlerini ve tepkilerini dile getirdiler. Karamanlıca, Rumca, Türkçe ve Farsça karışımı bir dil.

Kaval ve kemençe çalan Hristofos (1905 doğumlu): “Hepimiz Allah’ın adamıyız. Rum – Türk ve Ortadoks-Müslüman  ayrımı niye? Bize burada el gibi bakıyorlar. Kendimizi turist gibi görüyoruz. Bir türlü ısınamadık buralara…” Bildiği Türkçe tüm sözcükler, öztürkçe idi. “Benim bubamın anası iyi halva yapardı. Anam da gevsi yıkar, gül ibikli horuzun etini kalaylı bakır tasta bize virirdi. Bubam da avratlara bakar, göz hamamı (banyosu) yapardı. Yunanistan’a geldik ve mutsuz olduk… Emeğimiz kaldı orda…” dedi…

“Kaçgıncılık çok zor… “ “Göçgünlük çok zor…” diye söze başlayan Politeseni Katrancis, “cin arabası” dediği bisiklete binemeden göçte ölen kardeşini ve göçü anımsadığını, gözyaşları içinde anlattı: “Yayla zamanı idi. Mayıs ya da haziran ayı. Gelveri’den, Ihlara’dan ya da Aksaray’dan Hasan Dağı’nın yamaçlarına sürüleriyle göç eden komşularımız (Müslüman) bize ağlayarak el sallıyorlardı. “Hakkınızı helal edin”, dediler. Helallik, Türklerde çok önemli bir inanç. Yunanistan’dan gelen bir komisyon ile Türk yetkililer mallarımıza kıymet biçtiler. Taşınmaz tüm mallarımızı ucuza verdik, çoğunu bağışladık. Komşularımız arkamızdan su attılar. Tekrar geri gelelim diye. Kağnılarla, at arabaları ile Konya Ereğli’ye geldik. Bir kısmımız da Niğde üzerinden (o tarihte Niğde’de tren yolu yoktu) Ulukışla’ya geldi. Bir hafta burada, Tarihi Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda konakladık. Tren vagonları içine doluştuk. Tren, Toros Dağları’nın içinden geçen tünellerden ilerlerken, bir bilinmeyene doğru yol alıyorduk. Sonsuz ve zamansız kazanlık tünele girip çıkıyorduk… Tren mi yol alıyor, evler mi, bilemiyorduk. Karaisalı ve Yenice istasyonlarında bizleri taşlayanlar oldu. Sonra, Mersin Limanı’na geldik. Tren garında ve yolda, Türk Müslümanlar bize yiyecek ve içecek verdiler, ama asker kaçağı Türk eşkıyalar bize zarar verdi…” Ihlara Vadisi’de Yılanlı Kilise’den çıkarıp, yanımızdaki sandıklara gizlice aldığımız Kutsal Aziz’in kemikleri ve naaşı da göç etti bizimle. Yolda başımıza kötülük gelmesin diye, Hıristiyanlığı Anadolu’da yayan Aziz Grigoryos’un naaşını, bulunduğu yerden çıkardık. Kafatasını ve el kemiklerini başucumuzda yakın sandığın içine yerleştirdik. Her kasa 80 okka kadardı. Arabalara yükledik. Gizlice trene ve oradan da vapura bindirdik. Denizde bir fırtına başlayınca, Aziz’in parçalara ayrılmış kemikleri ve naaş her birimizin ayrı ayrı sandıklarına sarılarak sakladığımız kemiklerine dua ediyorduk. Ama Aziz bile artık bize yardım etmiyordu. Uzun bir bekleyişin ardından, Mersin Limanından bindirildiğimiz İtalyan Gemisi, Akdenizin hırçın sularında yatıp kalkıyor, fırtınaya Aziz’in ve onun için yaptığımız duaların hiç faydası olmuyordu. Çünkü yolda çok insan öldü.

Babam hüzünlü bir duygu hailiyle; ‘Goyu mu olur, gabardıcın gölgesi…’  Diye başlayan Yörük bozcağını ünlemeye başladı. İtalyan ve Türk gemileriyle Selanik’in Karaburnu ve Pire Limanı’na geldik. Burada hamamda yıkanıp, bitlerden arınıp ve karantinadan geçtikten sonra, Türklerin boşlattıkları köylere gittik. Sıtma, hastalıklar yakamızı bırakmadı. Burada yaşayan yerli Rumlar, bize göçmen olduğumuz için çok kötü davrandılar. Yakın dostluk, sofrayı ve suyu paylaşma ve sebil eyleme yoktu burada. Mutluluk ve iyi komşuluk, Anadolu’da kaldı…

“Biz memlekette iken…” diye söze başlayan göçmen Anadolu Ortadokslarının, Gelveri’den Nea Kalvari’ye uzanan göç destanları anlatmakla bitmiyor. Nea Kalvari Kültür Merkezi Müdürü Kaplanis Losifidis, kınalı kaşıkla oynayıp, “Sevda nedir bilmezdim, o da geldi başıma…” Türküsünü söylerken şöyle diyordu: “Kalbimizi biliyorsunuz. Seviyoruz birbirimizi. Düğünlerimize sizi bekliyoruz. Sizi davet ediyoruz, evlerimize gelin. Bizler komşuyuz. İyi komşu kardeşten de ÜstÜndÜr…” Atalarının bıraktığı eski evlerini, kiliselerini ve komşularını özleyen, kardeşlik çağrısı yapan bu insanlara, kucak açan Güzelyurt (Gelveri) Belediye eski Başkanı Süleyman Gümüş ise, “Tek meyve ile bahçe olmaz” diyor… Oysa Hasan Dağı zaman içinde akıp giden tarihe tanıktı…

Bir göç türküsü gelir uzaktan: “Göçün ucu Ulukışla’ya ulaştı / Bostanı bozulmuş bağlara döndük / Ağlamaktan kan doldu gözlere / Kaynağına akan çaylara döndük…”

——————————————————————-

KAYNAK: www.dursunozden.com.tr

26733552_10211388054196635_8739971112826359496_n26733894_10211388050636546_5819553662442306282_n26734046_10211388069517018_1148184613761821833_n26734279_10211388053436616_6890533487014640019_n26734506_10211388062956854_247996572092790117_n26804417_10211388068797000_2786932809376330661_n26804634_10211388067716973_8936629196722689610_n26805010_10211388068756999_8674977964178361724_n26903947_10211388069557019_7049414355593062571_n26904478_10211388044196385_864467857329575682_n27067161_10211388054156634_3628296796291774431_n26994249_10211388069077007_925528604219506646_n26992320_10211388048156484_3468175657052896594_n26992707_10211388047956479_4271082997757261719_n

Yoruma kapalı.

shared on wplocker.com