Anadolu’nun doğal güvenlik kuşağı olarak kabul edilen Toros Dağları’nı delip geçen 38 tren yolu tüneli ve karayolu ile Gülek Boğazı’na açılan kapının, yani Bolkar Dağı kuzey yamaçlarını selamlayan ve %100 okuma yazma oranı yanı sıra; 1927 yılında eğitime başlayan köy ilkokulu ile Cumhuriyet Devrimlerinin başlatıldığı ilk ışık köyü olarak bilinen 9 bin yıllık tarihi, özgün çağdaş duruşu ve Anadolu’nun aydınlık yüzü Beyağıl Köyü’nü yeniden tanımanın tam zamanı…
NİĞDE İli, Ulukışla İlçesi’ne bağlı Beyağıl Köyü’nün; yazılı bir kaynak olmamasına karşın, bilinen 500 yıllık resmi tarihinin yanı sıra; bölgenin arkeolojik bulguları sonunda elde edilen genel tarihi, sosyolojik ve jeolojik dokusu ışığındaki kökleri oldukça derin…
Çin ve Hindistan’dan başlayıp, İstanbul’a uzanan “Tarihi Kral Yolu” üzerinde ve Ulukışla’ya 5 kilometre uzaklıkta, Konya-Mersin ve Kayseri-Adana kara ve demir yollarının kesiştiği yerde; çevresinde Porsuk, İlhan, Eminlik, Hüsniye, Ovacık, Güney, Ulukışla, Aktoprak (Kılan), Emirler ve Darboğaz’ın bulunduğu Beyağıl, İç Anadolu Güney Kızılırmak Havzası ve genç Bolkar Dağları Kuzey Havzası’nda yer almaktadır. Beyağıl, Ereğli-Ulukışla-Çiftehan Havzası’nın ortasında bulunmaktadır. Bölge, Senonien-Orta Eosen jeolojik zaman aralığını temsil eden sedimenter, volkanik ve derinlik kayaçlarından meydana gelmektedir. Karmaşık littolojik özelliklerine göre altı üyeye ayrılmaktadır. Ayrıca, Ecemiş Koridoru’da buradan geçmektedir. Beyağıl’ın bulunduğu nokta ise, Ereğli-Ulukışla-Çiftehan Havzası’nın tabanında görülen ilk çökel birimidir. Ofiyolitler üzerinde uyumsuz olarak duran yüzeylerde, yer yer çakıltaşı başlayan birim, genel olarak ince-orta katmanlı, kırmızı renkli pelejik kireçtaşı ile temsil edilir. Beyağıl’ın güney karşısında bulunan Kızıltepe, bu oluşuma en tipik örnektir. Beyağıl’ın doğusundan başlayıp kuzeyine doğru kıvrılan küçük sıradağda bulunan Çatal Kale, Beşiktaş, Zevter-Ardıç Ağacı (Adak Ağacı) Tepesi ve Kırankaya’nın bulunduğu dağ sıralaması ise, ters faylardan oluşmaktadır. Bu nedenle Beyağıl, deprem bölgesi dışında kalmaktadır. Beyağıl’ın Öz Mevkisi-Çakıt Deresi (demiryolu hattı) ise, Ulukışla formasyonunun çökel kayaçlardan derlenen fosillerin oluşturduğu verimli topraklardan, kaynak sularını alan ve Akdeniz’e dökülen Seyhan Nehri’nin bir kolu olan Çakıt Çayı’nın suladığı verimli alüvyon topraklardan oluşmaktadır. Bu havzada kiraz, elma, ceviz, kayısı, şeftali, armut, çilek, lahana, patates, fasulye, soğan, her türlü sebze ve meyveye elverişlidir. Sulu tarıma elverişli olan Çakıt Vadisi’nin güneyinde yer alan ve bağcılığa elverişli, meşe ve çam ağaçlarının bulunduğu Kızıltepe ve Tapır Tepesi’ni oluşturan ve azot sanayiinde kullanılan beyaz-yumuşak kireçtaşı bulunmaktadır.
Bölgenin antik tarihine ait bilgilerin ana kaynağı Fransız Arkeolog Albert Gabriel’ın yazdığı ve tarihçi Ahmet Akif Tüteng’in genişleterek dilimize kazandırdığı “Dünden Bu Güne Niğde Tarihi” kitabıdır. Bu kitabın ardından, bölgede yeni bulunan yedi höyük kazısı sonunda çıkan tarihi bulgular ve belgeler, bir başka kaynak teşkil etmektedir.
Kazılarda çıkan bulguların yurt dışına kaçırılanlardan arta kalanları, bu gün Niğde Müzesi’nde bulunuyor. Bu bulgu, belge ve bilgilere dayanarak bölge tarihini, MÖ. 7000 yıllarından itibaren-Antik Çağdan ve Sümerler’den başlatmak mümkündür. Özellikle MÖ. 3000 ‘li yıllarda Hitit dönemine özgü pek çok belge bulunmaktadır.
Bolkar Dağı kuzey yamacında bulunan Beyağıl yaylasındaki bir kayanın yamacında bulunan Dünyanın en eski “Maden Arama Ruhsatı” bölgenin bir başka tarihi zengin mirasının da belgesidir. Ayrıca, Büyük İskender’in Güneye geçişi sırasında, Beyağıl Köyünün altında bulunan ve Bedirge denilen yerde, 17 gün mola verdiği de bilinmektedir.
Daha sonraki dönemlerde ise, MÖ: 1200’li yıllarda bölgenin tüm hakimini elinde bulunduran Kemerhisar Antik Kenti ve Porsuk Zeyve Gediği’ndeki höyüklerde çıkan bulgular ışığında, TYANA-TUANA DÖNEMİ izleri bulunuyor. Bu dönem, I. ve II. Hitit İmparatorluğu ya da Moşo-Hititler Dönemi olup, Tyana’yı hükümetin merkezi yapmışlardır. Daha sonra ise bölgede, sırasıyla Asurlular, Frigyalılar, İran-Sasani, Araplar, Makedonlar, Doğu Roma, Bizans, Danışmendler, Anadolu Selçukluları (1243-1335), İlhanlılar (1335-1366), Karamanoğulları (1366-1470), Osmanlı İmparatorluğu (1470-1920) ve 1920’den itibaren Türkiye Cumhuriyeti döneminin izleri bulunmaktadır. (*)
Bu tarihi dönemlerden, Beyağıl’ın doğusunda ve deniz seviyesinden 2000 metre yükseklikte bulunan doğal Çatal Kale; Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’nde (MS. IV. yy) Anadolu’ya İslamiyeti yaymak için güneyden gelen Arap akınlarını, Anadolu Hıristiyanlığı’nın merkezi Kapadokya’nın başkenti Tyana’ya ve İmparatorluğun başkenti İstanbul’a haber vermek için yakılan ateş kuleleri ve gözetleme evlerinin bulunduğu tarihi kale, savunması için kale çevresine yapılan yüksek duvarlarla korunan askeri bir üs özelliğindedir. Burada kalan askerlerin aileleriyle birlikte yaşayabilecekleri evler ve küçük bir de su sarnıcı bulunmaktadır. Burada yaşayan askerler, su gereksinimlerini kalenin batı alt yanında vadide bulunan Merküğün-Mer Köyü (Yılanlı Hıristiyan Köyü) kaynak sularından taşımalı olarak gideriyorlardı. Yiyecek ihtiyaçlarını ise, Merküğün vadisinde yetiştirdikleri ürünlerden karşılıyorlardı. Şimdi bile, bu vadi Beyağıl’ın en şerbetli ve leziz üzümlerinin yetiştiği yerdir. O dönemden kalma, üzüm sıkma ve şarap yapma evlerinin izleri bulunmaktadır. Günümüzde çobanların, askerlerin ve bazı köylülerin Çatal Kale harabelerinde yaptıkları gizli kazılarda, o döneme ait para, çömlek, metal ve toprak kap-kacak bulundu. Ayrıca, geçtiğimiz yıllarda Beyağıl’ın Çevrez mevkisinde köylüler tarafından yine bu döneme ait bir küp dolusu çift geyik başlı altın paralar bulunup, jandarmaya teslim edildi.
Deniz seviyesinden 1400 metre yükseklikte bulunan ve bol kaynak sularının olduğu Beyağıl’ın bu günkü bulunduğu yerde, Ulukışlalı bir beyin ağılı varmış. Beyin koyun sürüleri Cehri, Sansar, Öteyüz, Taşınardı, Karkıncı, Taşpınar, Çaykavak, Damderesi, Eski İlhan, Çevrez, Kırankaya, Kızıltepe gibi verimli otlaklarda yayılıp gelen koyunlar sağıldığında, kekik kokulu bol süt alınırmış. Sütler, yoğurt, peynir ya da tereyağı yapılırmış. O dönemde, Bor Pazarı meşhurmuş. Pazara gelen herkes, Ulukışlalı Bey’in ağılının sütünü, yoğurdunu, peynirini ve tereyağını almadan gitmezmiş. O zaman paradan çok takas usulü ile alış veriş yaygınmış. Niğde ve çevresi halkı, Beyin ağılının ürünlerini almak için Bor Pazarı’nı sabırsızlıkla beklerlermiş. Pazara geç gelip, Bey’in ağılının ürünlerini kaçıranlar, Perşembe günü kurulan Niğde Pazarı’na giderlermiş. Hatta bunun için Niğde ve çevresinde söylenen ve günümüze dek ulaşan bir özlü söz vardır: “Esti kavak yelleri / Döndü birer iğdeye / Geçti Bor’un pazarı / Sür eşeğini Niğde’ye…”
Bey’in ağılı anlamına gelen “Beyağıl” adının, buradan kaynaklandığı bilinmektedir.
Beyağıl’da yaşayan farklı ailelerin köklerinin nereden geldiği üzerine köyün yaşlıları ile yaptığım söyleşinin doğruluk derecesi tam olmamakla birlikte, son 290 yılın bilinen sosyolojik yapısı ilginçtir. Beyağıl, okuma yazma oranının %99 olduğu ve ülkeye hizmet veren aydın, yurtsever ve çağdaş insanların yetiştiği, barış ve huzur içinde tüm farklılıklarına karşın, “birlikte yaşama kültürünü” özümseyip ve çevresine her konuda örnek olmakta. İmece usulü çalışma, dayanışma ve paylaşma ruhu ile kalkınma hamlesi içinde olan halk, çevreci ve ilerici duruşuyla, yoksulluklarına aldırmadan kahvelerde ülkenin geleceğini tartışmakta ve kitap okuma yarışı yapmaktalar. Yemen’de, Filistin’de, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in askeri olarak, Ahmet Onbaşı (Soysal) ve Hacı Ali Yener gibi vatana onlarca şehit veren ve Kuvayı Milliye ruhu ile 1919’da Fransız treninin Pozantı’dan Ulukışla’ya çıkmaması için Kocak’da tren yolunu dinamitleyen çetelere katılan Beyağıllı Yurtseverlerin torunları, bu gün de Lozan ve Cumhuriyet Devrimleri’nin yaşaması için uğraş veriyorlar…
Öte yandan; Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yapılan başkaldırı sırasında ve askeri darbelerden nasibini alan aydın, yoksul, inançlı ve vatansever özellikleriyle tanınan Beyağıl Köyü; özellikle 1950, 1960, 1971 ve 1980 dönemlerinde; haksız yere bazı yurtsever gençler ve aydınları, “Düşünce suçundan” yargılandı ve aklandılar. 12 Mart 1971 askeri darbe döneminde, bu köyün lahana üreticileri “İllegal Lahana Örgütü” kurmak ve üye olmaktan 15 yıla kadar yargılandılar, işkence gördüler ve aklandılar…
Bu gün, yaşanılır modern kentsel yapısı ile 200 imarlı evin bulunduğu ve yaklaşık 1500 kişinin yaşadığı Beyağıl’da, kültürler harmanı ya da insan mozayiki bulunuyor. Daha önceki yıllarda, ölümünden önce rahmetli Anamla (Emine Özden) ve köyün öteki yaşlılarıyla, köyün tarihini ve sosyolojik yapısını konuşmuştum. Son kaynak kişi olarak konuştuğum (Ekim 2005) Hüseyin Eroğlu (78)’nun anlattıklarına göre Beyağıl’ın aile yapısı (sülaleler)’in kaynağı ve nereden geldikleri şöyle:
Hacı Bekir (Parlar) Ailesi: Kafkas kökenli, Porsuklu-Kayserili Ali çocukları,
İmamlar: Karamanoğulları, Mısır…
Halilkiyalar: Selçuklu-Sungurlar, İlhanlılar
Hasbi Çavuş: Erzurumlu Keçeciler,
Yakupoğulları: Karkıncı,
Hacı Muzaffer: Gümüş’ten,
Curul Osman: Darboğaz’dan,
Mulla Osman: Bor’dan,
Asfaltlar: Demircioğlu, Adana Şamboyadı,
Çakallar: Ulukışla’dan,
Fadıllıoğlu: Ulukışla’dan,
Lazoğlu: Gümüşhane’den,
Tehinoğlu: Karaman’dan,
Araplar: Yemen’den,
Kısnedarlar: Urfa Birecik’ten,
Menemencioğlu: Adana Karaisalı (Yörük),
Sakızlar: Adana’dan,
Kürtler: Adana, Ceyhan ve Güney Doğu’dan (1980 sonrası gelenler).
Tarihi Kral Yolu üzerinde bulunan Eski Bedirge; kervanların mola verip konakladıkları bir yer olması nedeniyle, ticari kültürü ve yerleşik yaşam kültürünü de en eski benimseyen bu Anadolu Türk halkının yaşadığı bir yerdir. Orta Asya Şaman kültürünün izleri ağır basan dini inançları yanı sıra; İslam / Sunni-Hanefi meshebine bağlı olan Beyağıl halkı, çok eski tarihlerden beri çobancılık ve yerleşik olarak tarımla uğraşmasına karşın; yakın tarihe kadar (1980) büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkta da çok ileriydi. “Çakıt Erozyon Kontrol ve Ağaçlandırma Projesi”nin başlatıldığı 1980’e kadar, yaklaşık 10 000 küçükbaş ve 200 büyükbaş hayvanı bulunan Beyağıl halkı, her yılın mayıs ayı sonunda, mülkiyeti köy vakfının olan, 2 bin metre yüksekliğindeki Balkar Dağları’ndaki yaylaya göç ederdi. Yaylada çadırlar kurulur, mantar, kenger ve kuzu kulak otları toplanır, saç kavurmaların kokusu çevreye yayılır, koyun ve kuzu melemeleri bir orkestra gibi çevrede duyulur, yaşlılar köpek martavalları ile gençleri güldürür, uzaklardan çoban kaval sesleri Toros Dağları’nın yüksek yamaçlarını süsleyen sedir ağaçlarında yankılanır, genç kızlar çam oluklu kaynak su başlarında testi doldururken, çocuklar köpeklerle oynaşır, gıcırganlar döner, şenlikler yapılar ve obalar halinde konaklanırdı. Bir obadan öbürüne manili atışmalar yapılırdı. Darboğaz kasabası, Porsuk, Gümüş ve Maden köylerine sınır olan ve soğuk kaynak sularının bol olduğu verimli otlaklardan oluşan Beyağıl Yaylası, şimdi ise alternatif dağ turizmi adı altında kayak merkezi olması için projelere kurban ediliyor. Arsenik ve siyanürlü maden işletmeciliği yanı sıra, yanlış turizm yatırım projeleri de bölgeye zarar veriyor. Yalnız bu bölgede yaşayan sessiz Toros Kurbağası, kızıl tilki, vaşak, dağ keçisi, çil kekelik, sülün, beyaz tavşan, sakar porsuk, kardeleni mor zambak, sarı çiğdem, kekik, dağ çayı… başta olmak üzere; endemik flora ve faunaların yok olmaması için çevreci kurum ve kişiler direniyor. Alternatif turizm için dağcıların ve doğal hayatı koruyan çevrecilerin kamp yerine dönüşen Beyağıl yaylası, eski doğal güzelliğine kavuşmak istiyor…
Havalar soğumaya başlayınca, koç katımı zamanı ve hasat mevsimi (Eylül) geldiğinde ise, köye geri göçülürdü.
Bu dönem, bir bayram ve şölen havası olarak anımsanır. Güz mevsimi aynı zamanda ürünlerin alındığı ve bir yıl boyunca harcanan emeğin sonuçlarını verdiği bir dönem olduğu için, düğün dernek zamanıdır. Eski kına geceleri ve düğünlerde; sağdıç, yorgancı, arap, deynekçiler, yapay deve, zenneler ve “hem ağlarım hem giderim” diyen at üstünde kırmızı örtülü gelin ve atkı törenlerinin olduğu ve bir hafta süren eski düğünler artık nostalji oldu. Yavuklusuna kur yapan gençlerin damlara çıkıp, bacadan kese sarkıtıp “ebe coz, coz..” diyerek hediye toplayışları ve kızların da çeşme başında kikirdemeleri yok artık… Düğünlerde muziplikler yapılır, orta oyunları oynanır, maniler söylenir, seferberlik, hasret, sevda ve kardeşlik türküleri çığırılır ve kadın erkek birlikte halaylar çekilirdi. Koyak bağı üzümlerinden yapılan rakı ve şarap su gibi içilir, ama kimse zil zurna sarhoş olmazdı. Eskiden köyün dişi eşek sürüsü vardı. Beyağıl’da namus, hırsızlık ve gasp gibi suçlardan hiç kimse bu güne dek adliyelik olmamıştır. Köyün iç yasaları işletilir ve büyükler, sorunları tatlıya bağlarlardı. Şaman kültürü gereği göy ebesi doğum yaptırır ve kaybolan bir hayvanı kurtlar yemesin diye, Şaman Ana (Emine Özden) tarafından dua ile kurt ağzı bağlanırdı. Mezarda ölünün gömüldüğü ilk gece sabaha dek ateş yakılır, Zevter Ağacına dilek ipi bağlanır ve Hacat Tepesine yağmur duasına çıkılırdı… Dini bayram sabahları, namaz sonrası helalleşilir, küsler barışır ve çocuklar el öpüp bahşiş toplardı. Ulusal bayramlar ise, tam bir kahramanlık canlandırmaları ile çocuklar coşardı. Şiirler, marşlar ve milli şarkılar okunur, o gece fener alayları yapılırdı… Gaziler anılarını abartarak ve ağlayarak coşkuyla anlatırlardı… Köy kahvelerinde meddah, orta oyunu ve komik canlandırmalar yapılırdı. Muzip ve şakacılar, halkı güldürür ve düşündüren mani ve özlü sözler söylerdi. Bazı erkekler ise, kadın şakaları yapardı. Mal tartışması ve köpek döğüşü palavraları, iskambil oynayan yaşlıların şakalaşmalarıyla ortalık şenlenirdi. Kadınlar ev işleri yanı sıra, hayvan sağma, ekine ve hasata gitme dahil, tüm erkeklerin yaptığı ağır işlerde de çalışırlardı. Düğün ve bayramlarda en güzel ve temiz giysilerini giyen köy kadınları, kına gecesi ve düğünlerde def çalar oynarlardı… Köyün genç erkekleri, düğün ve bayramda kız görmek ve yavuklu tanımak için, birbirlerine caka ve kur yaparlardı… Köyün, iz bırakan köklü bir halk oyunu ve folklorik zengin mirası bulunmamaktadır…
Kadri Tarikatı üyesi bazı yaşlılar, geceleri Mercan Dayı’nın evinde; “hu, hu, huuuu!…” diyerek ve zıplayarak toplu zikir ederdi. Gençler, onları zaman zaman rahatsız ettiklerinde, eli sopalı zikircilerle kovalamaca oynanırdı. Hanefi Meshebi’nin ve İslami kuralların etkin olduğu köyde, özellikle dini bayramlarda hoşgörü, saygı ve sevgi hep önde tutulur ve büyük küçük herkes caminin önünde toplanarak bayramlaşır ve küsler barışırdı. Köyden bir kişi öldüğünde, o gün kimse işe gitmez ve topluca cenaze törenine katılırlardı. Tüm bu törenler, Şaman ve İslam kuralları karması ortak ve özgün bir özellikte yapılırdı. Hasatta, düğünde ve yaşamın her alanında, kadın erkek arasında haremlik-selamlık ayrımı olmazdı. Kadına saygı ve sevgi öncelikler arasındaydı. Eğer köyün delisi yoksa, birini deli ederlerdi. Çünkü köyün bir imamı, bir muhtarı, bir öğretmeni ve bir de delisi olurdu. Köy odalarında peşkir oyunu, kör ebe, saklambaç, hiciv, gülmece, kuran ve şiir okuma yarışları yapılırdı. Kına gecelerinde, kadınların da hoş eğlenceleri ve oyunları vardı. Altıparmak Hasan (Anıl) gibi halk ozanlarının uzun havaları düğünlerin en özgün yanıydı. Düğünlerde Gümüşlü Kel Hamza’nın kemanı, Köylü İsmet’in cümbüşü ve Ulukışlalı Osman’nın darbukası eşliğinde, toprak damlarda oynanan, Çakıcı Mustafa ve Kerim Yavuz gibi usta halaycı başlarının söylediği şu sözleri, diğer halaycılar birlikte ve yüksek sesle ünlerler:
“Alayım kaçayım dağlara seni, heyy!
Laleli, mor sümbüllü bağlara seni, heyy!
Kalenin kapısı demir değil mi, heyy!
Demiri eriten kömür değil mi, heyy!”
“Atalım, atalım…
Kime?
Herkes sevdiğinin kucağına…
Heyyyyyy!…”
Genç kızlar ise, şu türkü eşliğinde oynarlar:
“Sandığımın kilidi
Üstünü güller bürüdü
O yar orda, ben burda
Cahil ömrüm çürüdü…”
Zahit Hoca (Ballı), Molla Durmuş (Öngel), Hüseyin Dede (Yıldız), Taşkafanın Ahmet (Özel), Konur Osman (Aksoy), Hasbi Çavuş (Yılmaz), Sofu İsmail (Yücel), Fakıoğlu Durmuş (Yenel), Kara Durmuş (Can), Muhtar Halil (Dincer), Osman Usta (Özden), Halil Ağa (Duru), Külhan Emmi (Ünüvar), Şıh Osman (Soysal) ve Cemal Onbaşı (Aydın) gibi, Beyağıl’ın görmüş geçirmiş yaşlı aydınları-aksakal bilge dervişleri ve şifacı Şaman Anaları (Küpeli Emine); köyün huzurunu bozan ve böbürlenip kendini öven cahiller için, şu maniyi söylerler:
“Anasının övdüğünü
Koyup kaçasım geldi
Elin övdüğünü
Alıp kaçasım geldi…”
Tüm çağdaşlıklarının yanı sıra, Arı Türkçe konuşan, Kadim Ata gelenek ve göreneklerine bağlı ve Anadolu’nun aydınlık yüzü Beyağıl; içinde Kam izlerini de barındıran, Orta Asya Türk Kültürü ve Anadolu’nun zengin uygarlık mirası izlerini koruyan ve yaşatan Kuvayı Milliyeci ve Cumhuriyetçi özgün bir Türk köyüdür… Köy Enstitülü başöğretmenlerin ışığında yol alan, Sevgisini sebil eyleyen ve Su gibi aziz olan Türkmen otağı Beyağıl köyünde doğan, hakları ve sorumluluklarının bilincinde olan, çağdaş bir yurttaş olmanın, dayanılmaz hafifliğini ve onurunu yaşamaktayım, yeniden…
Dursun Özden (1964, Beyağıl Köyü İlkokulu mezunu).
(*) Kaynak: “Kuşatılmış Yazılar” ve “Uygur Karızlarına Yolculuk” Dursun Özden – Kaynak Yayınları, Ocak 2006.
(*) www.dursunozden.com.tr
(*) Anadolu Su Medeniyeti, TRT Belgesel Kanal, 2010.