Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Çevre ve Orman Bakanlığı, DSİ ile Türkiye Tabiatı Koruma Derneği’nin 9-10 Haziran 2007’de ortaklaşa düzenledikleri “GÖLLER KONGRESİ”inde yaptığım sunumdur.
DURSUN ÖZDEN
Araştırmacı gazeteci, Belgeselci
Doğa dostları, bu günkü size sunumum, aslında çekimine başladığımız “SUYUN MAVİ GÖZÜ” adlı belgesel çalışmamızın özetinden başka bir şey değil…
“Yağmurlar bize çiçekleri ve ağaçları getirir. Kuraklık ise toprakta çatlaklar açar. Göller ve nehirler bizi yaşatır, dünyanın damarlarından bizim damarlarımıza akarlar. Bizim onları zehirlemek veya ileriyi hiç düşünmeden ziyan etmek yerine bize geldiklerindeki kadar temiz ve saf olarak geriye akmalarını sağlamamız gerekir.”
13 milyar yıl önce güneş ve 4.5 milyar yıl önce dünya yoktu. 3 milyon yıldır doğada canlılar yaşıyor. 1.7 milyon yıl önce İç Asya’da Yamaho Adamı ve 700 bin yıl önce Pekin Adamı yaşadı. 60 bil yıl önce Afrika’da San Buşman ve 40 bin yıl önce Avustralya ve Malezya’da Aborjinler vardı. 35 bin yıl önce Asya’sa Mongol Adamı yaşadı. 15 bin yıl önce de Orta Asya’da Kök Türük Adamı ve 12 bin yıl önce de Anadolu’da Sümerli Türkler vardı. Doğanın ve insanların yok oluşu ise, bu kadar uzun yıl sürmeyeceğe benziyor.
İnsanla doğa arasında dayanması gereken ilkeleri bir yana bırakan ileri bir teknolojinin doğurduğu bir ilgisizlikten, insanın doğadan uzaklaşmasından, kopmasından söz ediyoruz bugün. Yeryüzündeki yaşamın devamını sağlayan doğal sistemlerin ve mekanizmaların yadsınması, değerinin bilinmemesi, teknolojinin özellikle çevre kirlenmesi, toprak, orman ve suların kötü yönetilmesi, aşırı yakıt tüketimi, sağlıksız kentleşme, kırsal alanların boşalması, doğal kaynakların kıyımı, geleneksel kültürlerin yok edilmesi, istenilmeyen sonuçları ve etkileri insanla çevre arasındaki ilişkinin biçim değiştirdiğinin en açık ve en sık görülen belirtileridir. Elbette medyanın etkileri yadsınamaz.
Çoğu kez “çevre bunalımı” diye adlandırılan olay, önce insanın dünyada ki egemenliğinin korkunç şekilde artan hızı ve özellikle doğal kaynakların sömürülmesi sonucu fiziksel ve biyolojik ortamların bozulması, zarar görmesiyle ilgilidir.
Burada temel sorun şudur; insan, hangi noktaya kadar çevreyi kullanabilir, onu etkileyebilir.
Havası ve suyu kirlenmemiş, toprağı bozulmamış, gürültüden ve diğer kirliliklerden uzak, temiz, güzel, yeşil ve sağlıklı bir çevre, bu yeni bin yıl insanının en büyük isteği… İnsanlığın da geleceğe huzurla bakabilmesinin en büyük teminatıdır.
Bu anlayış içinde hareket noktamız, sorunları bilmek ve tanımaktır. Bu bilme ve tanıma ihtiyacı, bizi ülkemizi ve çevre sorunlarını daha iyi tanıma, bu konuyla ilgili bilgileri toplama ve insanımızı çevre sorunlarına duyarlı kılma noktasına getirmiştir. Bu program ile belli başlı çevre sorunlarına, özellikle doğanın doğal dengesinin bozulması ile ilgili olduğundan doğanın temel unsurlarından su ve sulak alanlarda görülen sorunlara yer verilecektir.
Ülkemiz Küçükasya…
Coğrafyası bakımından Anadolu’da
Amsterdam’daki gibi kış, Toulus’deki gibi yaz olur. Küçükasya’nın üçte biri yayladır. Susuz, bitkisiz, yer yer çıplak kayalarla delinmiş bozkırdan bir halıdır. Mavi mavi parıldayan göller, kıvrım kıvrım akarsular bu topraklara yüce, soylu bir tekdüzelik verir…
-2-
Garip bir onur, bir ağırbaşlılık bu topraklara, bu dağlara, bu yaylalara ait bir gizemlilik vardır…
Binlerce yıldır bu böyledir…
Binlerce yıldır bu böyleydi…
Ama artık Anadolu’nun çıplak dağları, kirlenmiş akarsuları, suları çekilmiş gölleri, taşlaşmış verimsiz toprakları, sağlıksız yerleşim alanları ve sonucunda yok olan su havzaları var…
Neden böyle oldu?
Hepimizin içinde yaşadığı “çevre”ye bu vahşice saldırı neden?
Anadolu,
Avrupa ile Asya arasında üç tarafı nitelikleri birbirinden farklı olan denizlerle çevrili, üç kıta arasında köprü görevi yapan 779.000 km2’lik bir yarımada. Doğu da Iğdır Ovası bir çeşit Akdeniz iklimi özelliği gösterirken, hemen yanı başında bulunan Ağrı Dağı ve platosu Sibirya iklimine sahiptir.
Anadolu zengin bir müzedir…
Tarih ve kültürel değerlerin yanı sıra akıl almaz bir biyolojik zenginliğe sahiptir.
Avrupa Kıtası’nın tümünde bitki türlerinin sayısı yaklaşık 12.000 kadar olmasına karşın bugün Türkiye’de saptanmış bitki türü sayısı hemen hemen bu sayıya yaklaşmıştır. Hayvan türlerinin sayısı da Avrupa Kıtası’nın 1.5 katı kadar, yani 80.000’in üzerindedir.
Kıtalar arası göç eden kuşların kullandıkları köprülerden en önemlisi Anadolu’dur…
Anadolu toprağının özenle korunma zorunluluğu bazı hayvan türlerinin çeşitliliğinin yanı sıra birçok bitki türlerine de anavatan görevi yapmasıdır. Bunların çoğu ıslah edilerek insanlığın hizmetine sunulmuştur. Örneğin kiraz, kayısı, buğday, nohut, mercimek, incir, lale, kardelen, çiğdem ve tarla türlerinin %30 u da Anadolu’dan kök almıştır.
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrilidir. Kuzeyde, yakın zamana kadar su ürünleri bakımından yüksek verime sahip Karadeniz ne yazık ki Orta Avrupa kökenli kirli atıkları boşaltan Tuna nehri dolayısıyla hızla kirlenmektedir. Ama yalnızca Tuna mı kirletiyor Karadeniz’i…
Ya Kızılırmak, ya Sakarya…
Biz daha mı az kirletiyoruz Karadeniz’i…
Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan, birçok deniz canlısına ev sahipliği yapan Marmara Denizi de çevrede ki
sanayileşme ve kentleşmeden dolayı hızla kirlenmekte, Ege ve Akdeniz de öyle değil mi ?
-3-
Bizler, özellikle dünya yüzeyinde ki su miktarının yalnızca %2,5’unu oluşturan tatlı suya bağımlıyız. Büyük oranda Antartika’da ve daha azı Göreland’da ki buzulların içinde, kuzey kutup takkesinde ve dağ buzullarında kilitlenip kalmış su budur. Dünya su sisteminin karşısındaki stratejik tehlike de endüstrileşen uygarlığın ürettiği kimyasal maddelerle dünya çapında su kaynaklarının kirlenmesidir.
1.7 milyardan fazla insana yeterli temiz su kaynağı bulunmamaktadır. 3 milyardan fazla insan yetersiz sağlık koşulları içindedir.
BM Çevre Programının bir araştırmasına göre gelişmekte olan ülkelerdeki her beş hastalıktan dördü ya kirli sular ya da yetersiz sağlık koşullarından kaynaklanmaktadır.
Dünyanın birçok yerinde nüfus artışının su sistemi üzerindeki baskısına bir de kişi başına kullanımın artması eklenmektedir. Bunun nedenlerinden birisi, artan nüfusu beslemek için tarımda sulamanın daha çok kullanılmasıdır. Dünyada
insanoğlu tarafından kullanılan tatlı suyun hemen hemen 4/3’ü sulamada kullanılmaktadır. Asıl trajik olan bu suların beşte üçünün verimsiz ya da çevreye zararlı teknikler nedeniyle ziyan olmasıdır.
Ülkemiz akarsuları ve su kaynakları olarak zengin bir ülke…
Kızılırmak, Fırat ve Dicle…
Seyhan, Ceyhan ve Sakarya…
Yeşilırmak, Çoruh ve Aras
Ve Meriç, Ergene, Susurluk, Simav,
Gediz, Büyük ve Küçük Menderes…
Adını sayamayacağımız diğerleri ve göllerimiz…
Her biri mavi mavi parıldayan irili ufaklı yüzlerce göl. Kimisi dünyanın en yüksek rakımlı göllerinden. Çini Göl, Alim Gölü, Balık Gölü, Çıldır ve Nemrut Gölleri gibi…
Kimisi dünyanın en büyük gölleri arasında, Van gibi.. Bir diğeri ülkemizin, belki de bölgemizin en büyük tuz kaynağı… Tuz Gölü gibi.
Türkiye’nin 78 milyon hektar olan yüzölçümünün yaklaşık 26 milyon hektarını sulanabilir araziler oluşturmaktadır. Ancak, yapılan çalışmalar sonucunda, ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektarlık alanın 3,4 milyon hektar kamu tarafından olmak üzere, toplam 4,7 milyon hektarı sulanmaktadır.
Türkiye su zengini değil
Türkiye üzerine yıllık 501 milyar metreküp su düşüyor.
Bu suyun 274 milyar metreküpü buharlaşıyor, 41 milyar metreküpü yeraltı sularına karışıyor. Komşu ülkelerden Türkiye’ye 7 milyar metreküp su gelirken, Türkiye’nin brüt su potansiyeli 234 milyar metreküpü buluyor. Ancak Türkiye bu suyun sadece 110 milyar metreküpünü kullanabiliyor.
Günde 400 ton toprak sulamayla kayboluyor
-4-
Türkiye’de su kaynakları ‘susuz’ kalıyor
Günümüzde bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10 bin metreküp su potansiyeline sahip olması gerekirken, Türkiye’de ise kişi başına 3 bin 500 metreküp potansiyel, 1800 metreküp kullanılabilir su bulunuyor.
WWF-Türkiye’nin araştırmasına göre, Türkiye’de nüfusun 2030 yılında 80 milyona ulaşacağı varsayımı doğrultusunda, kişi başına düşen su miktarı 1375 metreküp, şu anda yüzde 67 olan su kaynaklarını kullanma oranı ise yüzde 100’e ulaşacak.
Son 40 yıl içinde, büyüklüğü 5 Tuz Gölü’ne eşit olan 1 milyon 300 bin hektarlık su kaynağı tahrip edilirken, kentlerin yüzde 90’ında kanalizasyonlar, bu kaynaklara boşaltılıyor.
Beklenmedik seller, kuraklık ve kirlenmeler de genellikle bu değişimlerin doğal su döngüsünde aksamalara yol açması nedeniyle oluyor. Önlem alınmadığı takdirde ise 2025 yılında kişi başına düşen su miktarının, kritik sınırın altında olacağı öngörülüyor.
VAN GÖLÜ’NÜN 3 KATI BÜYÜKLÜĞÜNDE SULAK ALAN KAYBEDİLDİ
”Son 40 yılda Türkiye’de Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğünde, yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alan kaybedildi. Geriye sadece 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı. Tarımsal su kullanımının kontrolsüz olması ülke genelinde çok büyük bir
sorun. Sadece Konya Kapalı Havzası’nı tehdit eden yaklaşık 26 bin kaçak su kuyusu var. Bu kuyulardan kontrolsüz şekilde sürekli su çekiliyor.”
YERALTI SULARININ YÜZDE 80’İ TARIMDA KULLANILIYOR
”Akşehir Gölü de kurumak üzere. Su seviyeleri giderek azalan neredeyse bütün
sulak alanlar tehlike sinyalleri veriyor. Sulak alanlarla birlikte sazlıklar da yok oluyor. Ülke ekonomisine ciddi gelir sağlayan sazlıklar, suyu süzme özelliğiyle de önemli bir görev üstleniyor. Sazlıklar tabii arıtım yapıyor. Bugün atıklarla da kirlenerek tehdit altında bulunan Bolluk Gölü, Tersakan Gölü, Tuz Gölü, Obruk Yaylası, Ereğli Ovası ve Kulu Gölü başta olmak üzere sulak alanlar ve bitki alanlarının acilen korunması gerekiyor. Konya Kapalı Havzası’ndaki sulak alanlar çok acil tedbir alınmazsa başta Tuz Gölü olmak üzere geri dönüşü olmayacak ciddi problemlerle karşı karşıya kalacak.
İç Anadolu’da yeraltı suları kurudu
Kuruma tehlikesiyle karşı karşıya olan sulak alanlar
Eşmekaya Sazlıkları, Hotamış Sazlıkları, Sultan Sazlıkları, Ereğli Akgöl,
Meke Gölü, Akşehir Gölü:
Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından olan, Sultan Sazlığı’nın su sorunu sürerken, Seyfe Gölü’nün bulunduğu alanın, 20 cm kalınlığında tuzla kaplı ve rüzgar
erozyonuna açık, tarım alanlarını tehdit eden bir “tuz çölü” haline geldiği bildirildi.
-5-
SULTAN SAZLIĞI, (SULTAN ÇÖLÜ) OLABİLİR
Yeryüzündeki tüm canlılar için yaşamın temel kaynağı olan su giderek tükenmekte. Dünyamızın %70’i sularla kaplı olmasına rağmen, tatlı su kaynakları bunun yalnızca %2,5’idir. Bugün yeryüzü nüfusunun beşte biri su kaynaklarının yanlış kullanımı, kirlilik, alan kaybı gibi nedenlerden dolayı sağlıklı, temiz ve içilebilir suya sahip değil. Günümüzde yaklaşık 1,3 milyar kişi su sıkıntısı çekmekte. Gelecek 25 yılda bu sayının 2 katına çıkacağı tahmin ediliyor.
Su talebinin son 25 yıl içinde % 60 arttığını biliyor muydunuz? Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10.000m³ olması gerekirken, bu miktar Türkiye’de 1.430 m³. Bu rakam, bilinenin aksine Türkiye’nin su zengini olmadığını gözler önüne seriyor.
“Dünyanın kaynakları sınırlıdır. Hayal edebileceğimiz en ileri teknolojiler bile, yeryüzü kaynaklarını artırmaya olanak tanımayacaktır. Doğal kaynakların hiç tükenmeyecekmiş gibi kullanılması, aslında yaşamla oynanan bir kumardır.”
Bolkar Dağları’nda, 2500 metre rakımda bulunan Çini Göl’de yaşayan Rona Holtzi (Toros) Kurbağaları, kardelenler ve yabanıl yılkı atları yok oluyor…
Dünyada başka benzeri bulunmayan, halk arasında Toros Kurbağaları olarak bilinen, ötmeyen ve sürüler halinde yaşayan Rona Holtzi cinsi kurbağalar, bilinçsizce göle atılan alabalıkların tüketmesi nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya… Ayrıca, Çini Göl çevresindeki yaylalarda yaşayan yabanıl yılkı atları ve kardelenler de ekolojik dengenin bozulması sonucu yok yolma tehlikesiyle karşı karşıya…
Yine bu bölgede bir başka doğa olayı tehlike sinyalleri veriyor. Buda da, hiç kuşkusuz erozyon… Özellikle, Seyhan Nehri’nin bir kolu olan Çakıt Deresi’nin kaynağı Niğde’nin Ulukışla ilçesinde bulunuyor. Bilinçsizce tüketilen yeraltı su kaynakları ve orman tüketimi, Çakıt Vadisinde kuraklıklara ve erozyonlara neden olmaktadır. Artık, bu dağlarda yabanıl hayvanlar görülmüyor. Bölgede yapılan ağaçlandırma çalışmaları nedeniyle yasaklanan hayvancılık, köylüleri göçe zorluyor. Teşvik edilen sebzecilik, kiraz, bodur elma ve badem ağaçları ise, yeraltı sularının çekilmesi sonucu, bir işe yaramıyor. Doğa biz insanlardan intikam alıyor. Bu doğa olayına çevre köylülerin ilginç bir benzetmesi var: DAĞLAR KÜÇÜLÜYOR VE KAYALAR BÜYÜYÜR… Erozyon başka nasıl anlatılır ki…
İklim Değişiyor
1990’lar son 600 yılın en sıcak yılları olarak tarihe geçti.
2100 yılına kadar dünya ısısının 4 derece daha artması bekleniyor.
- Bilim adamları, bu artışın dünya tarihinde son 10.000 yılda oluşan en büyük değişiklik olacağını söylüyor.
- Hastalıkların, doğal afetlerin ve çölleşmenin artması bekleniyor.
Dünyada su tükeniyor
Dünyanın %70’i su olmasına karşın, bunun %97’si deniz suyu, %2’si kutuplarda buzul halinde bulunuyor. Tüm dünya için içilebilir su miktarı ise var olan kaynakların yalnızca %1’i.
-6-
- Her yıl doğan yaklaşık 90 milyon bebek için yılda ek 27 milyar m3 suya ihtiyaç var.
Türkiye’de de su bitiyor
- Türkiye’nin tüm kullanılabilir su varlığı yer altı suları dahil 110 milyar m3’tür.
- Tuna Nehri’nin Karadeniz’e yılda 260 milyar m3 su boşalttığı göz önüne alınırsa, bilinenin aksine ne kadar su fakiri olduğumuz anlaşılacaktır.
Türkiye su zengini bir ülke değil!
- Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı yıllık en az 10.000 m3 olmalıdır. Oysa, günümüzde bu değer Türkiye için yalnızca 1.430 m3’tür.
- 2030 yılında Türkiye’nin nüfusunun 80 milyona ulaşacağı ve kişi başına yılda 1.100 m3 su miktarı düşeceği tahmin ediliyor.
Yok ediyoruz
Tüm dünyada her gün 400.000 hektarlık orman alanı yok oluyor. Türkiye’de her yıl 20.000 hektarın üzerinde orman alanı yok oluyor.
Doğu Karadeniz yöremizdeki ılıman kuşak, doğal yaşlı ormanlarımızın yalnızca %12’si bozulmadan günümüze kadar kalabildi.
Kaybediyoruz
Türbalik alanlarımızı %80’ini kaybettik.
Fundalık alanlarımızın %90’ını kaybettik.
Kumul alanlarımızın %80’i artık yok.
Türkiye’de son 40 yılda 1.300.000 hektar, yani Van Gölü’nün üç katı kadar sulak alan kaybedildi.
Çevre neden bu kadar önemli?
Johannesburg’da dünya ülkeleri, fakirliğe kadar varan ana sorunların en temel çözümünün sürdürülebilirlik kavramının tüm sektörlerde yaygınlaştırılmasında
yattığını kabul etti. Sera etkisi artıyor; doğal kaynaklar bitiyor; maliyetler artıyor; gelir eşitsizliği artıyor. Şirketlerin tüm bunlarda payı çok fazla!!
Milli parklara, arkeolojik ve doğal sit alanlarına yapılmak istenen baraj ve sulama projeleri, yürütmeyi durduran mahkeme kararlarına rağmen, müteahhit şirketler tarafından sürdürülüyor. Bu kapsamda, Munzur Vadisi Milli Parkı, Hasankeyf, Allianoi, Zeugma gibi doğal ve tarihi alanlar, bir daha geri gelmemek üzere yok oluyorlar.
-7-
• Artvin’deki Yusufeli Barajı’nın yürütmesi, ekonomik açıdan karlı olmaması nedeniyle durduruldu. Eşmekaya Barajı su biriktiremediği için boş duruyor, ama doğaya verilen zarar yüzünden Anadolu’nun en önemli kuş ve bitki alanlarından Eşmekaya Sazlıkları yok oldu.
Seyfe Gölü, Ekşisu Sazlığı gibi sulak alanlar, Sulak Alanlar Sözleşmesi uyarınca korumayı taahhüt etmemize rağmen çok açık bir şekilde kurutuldu ve bu durum kamuoyundan saklandı.
• Sulama, drenaj ve baraj projelerinin plansızca uygulanması nedeniyle Sultansazlığı, Ereğli Sazlığı, Eşmekaya Sazlığı, Tuz Gölü gibi onlarca koruma statüsüne sahip Orta Anadolu Bölgesi’nin sulak alanları tümüyle kuruma noktasına geldi. Çok değil, kısa süre sonra bölgede yeni çöller ortaya çıkacak.
• Yeraltı ve yerüstü sularına yapılan plansız müdahaleler nedeniyle ülkemizin pek çok yerinde yeraltı suları metrelerce aşağıya indi, tarım ve mera alanları verimsizleşti.
• Barajların ovaları besleyen tortuları tutması sonucu tarımsal açıdan büyük önem taşıyan Çukurova ve Bafra Ovası’nın kıyı bandında erimeler başladı.
Tuz Gölü 15 sene sonra yok
Tuz Gölü her geçen gün biraz daha ölüyor. Halen tuz üretimi yapılan gölün giderek kirlenmesinin ana nedeni yine insan. Konya’dan gelen sanayi ve kanalizasyon suları kirliliği iyice artırdı. Özellikle Cihanbeyli’nin Gölyazı beldesinde bulunan Tekel ve özel işletmelere ’a ait tuz tesisleri, bu kirliliğin bir başka yüzü. Bunun dışında Aksaray, Cihanbeyli, İncili, Beyşehir, Bozkır ve Şereflikoçhisar kanalizasyonları da kirlenmede önemli etken. Konya dahil tüm bu kanalizasyonların ve sanayi atıklarının 1992 verilerine göre, Tuz Gölü’ne verdikleri kirli atınlar şöyle: 1949 ton deterjan, 90 bin ton yağ ve gres, 1500 ton organik madde, 28 ton nitrat, 18 bin ton sülfat ve 276 kilo civa. Tüm İç Anadolu’da olduğu gibi bu bölgede de anız yangınlarını ve tuz üretimi sırasında kullanılan kazıyısı, tarayıcı ve taşıyıcı araçların göle verdiği zarara bir de yer altı sularını çekilmesi eklenince, 1642 kilometrekare alan 1100 kilometrekareye düşüyor. Eriyen güzelliğimiz Tuz Gölü, bu gidişle 15 yıl sonra yok olacağa benziyor… Tıpkı, Kuzey Çin’de Uygur Bölgesinde yani, giderek yok olan karız yeraltı su kanalları ve deniz seviyesinden -154 metre aşağıda bulunan Yargöl’ün şimdilerde tamamen kuruduğu gibi, Tuz Gölü’nü de aynı son beklemekte. Ama biz insanlar hala geleceğimizle kumar oynuyoruz. Afrika’da, Güney Asya’da ve dünyanın başka bölgelerinde son yüz yıldır, uygarlık ve insan hakları adına “misyonerlik” çalışmaları sürdüren batılılar, şimdilerde açlık, yoksulluk, ölüm ve savaş oyunlarıyla tüm insanlığı ve doğayı tehlikeye soruyorlar. Kürersel kültür ablukasını yayma, sömürüyü sürdürme, yaşamı kolaylaştırma ve insan olma etiği adına yapılıyor tüm bunlar…
Geleceğimiz kuruyor:
Türkiye’de 50 yılda ‘üç Van gölü’ büyüklüğünde sulak alan geri dönüşsüz biçimde kaybedildi.
Sadece kuşlar değil, insanlar da göç etmek zorunda kaldı
Yaşam ve medeniyet suyla başladı… Ve yalnız suyla devam edecek
Belki de hiç farketmeyecektik suyun önemini, sulak alanların canlılara nasıl hayat verdiğini… Ta ki dünya üzerindeki göller birbirinden habersiz tehlike sinyalleri verene kadar.
1970’li yıllarda, yağmur ormanlarındaki hızlı yok oluş bilim adamlarının gözlerini sulak alanlara çevirmesine neden oldu. Bu sayede sulak alanların en az yağmur ormanları kadar önemli doğal sistemler oldukları ortaya çıktı. Bunun üzerine sulak alanları korumaya yönelik bir dizi ulusal ve uluslararası önlem alındı. Bunların başında da “Su Kuşlarının Yaşam Alanları Olarak Uluslararası
Öneme Sahip Sulak alanların Korunması Sözleşmesi” ya da kısa adıyla Ramsar Sözleşmesi geliyor.
-8-
Bugün dünyamızdaki tatlı su kaynaklarının büyük bölümü (buzullar ve yeraltı suları hariç) sulak alan tanımı içinde yer alıyor. Bu nedenle akarsular, göller, sazlıklar gibi tüm canlılar için
yaşamsal öneme sahip alanları incelerken, her birinin aynı zamanda birer önemli su kaynağı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Sulak alanları niçin korumalıyız?
Çünkü;
• Canlılara yaşam ortamı sağlarlar.
• Yeraltı suyu için rezerv oluştururlar.
• Taşkın kontrolünü sağlarlar. Göller, sazlıklar ve bataklıklar fazla yağmur sularını öncelikle tutar, gerektiği ölçüde yavaş yavaş bırakırlar.
• Yeryüzündeki sula klanlar yeraltı suyunu beslerler ve yeraltı suyunun seviyesini korurlar.
• Özellikle kıyı sulak alanları denizlerden gelen tuzlu suyun girişini engellerler. Böylece içme suyunun ve tarım için kullanılan suyun tuzlanmasını önlerler.
• Bulundukları bölgenin iklimini stabilize ederler.
• Tortu ve zehirli maddeleri tutarak kirleticilerin fazlasının sudan arıtılmasını sağlarlar, bir anlamda doğal bir arıtma tesisi görevi görürler. Örneğin, Bafra kanalizasyonunu Bafra’daki sazlıklar temizlerler.
• Bölge ve ülke ekonomisine katkı sağlayan balıkçılık, tarım, hayvancılık, saz üretimi ve rekreasyonel faaliyetlere olanak sağlarlar.
• Yeryüzünün en önemli genetik rezervuarları olarak bilimsel çalışmalar için açık hava laboratuarları oluştururlar.
• Su yolu taşımacılığına olanak verirler.
Dünyadaki hayvancılık, tarım ve balıkçılığın büyük bölümü sulak alanlar çevresinde yapılıyor. Sulak alanlar dünya tarım alanlarının yalnızca %16’sını oluştururken, buna karşın dünya gıda üretiminin yaklaşık %40’ı sulak alanlardan geliyor.
Türkiye ve dünyadaki sulak alanlara yönelik tehditler
Sulak alanlar bu değerlerinden ötürü, uygarlık tarihi süresince her zaman kalkınma-gelişme planlamalarında büyük önem taşıdılar. Ancak yine “uygarlık” yüzünden, endüstri, kent, tarım alanları açmak amacıyla kurutuldular, atıkların atılmasıyla kirletildiler, kaynaklarının aşırı kullanılmasıyla da tüketildiler.
Geçen 200 yıl boyunca, sadece ABD’de her saat başı ortalama 24 hektardan fazla sulak alan yitirildi1. Türkiye’de de son 40 yıl içinde 1.300.000 hektar sulak alanın çeşitli müdahalelerle doğal yapıları bozuldu ya da geri dönüşü olmayacak biçimde tahrip edildi, geriye ise sadece 1.000.000 hektar sulak alan kaldı.
Yeryüzündeki sulak alanların ise %50’si yok oldu. Buna karşın son 25 yıl içinde dünyada su talebi %60 arttı.
Dünyadaki su krizleri
1. Dünyanın en kurak kıtası olan Avustralya’nın en önemli su kaynağı Murray-Darling Nehri yükselen tuz seviyesinin tehdidi altında
2. Dünyanın en fazla kullanılan su sistemi olan Zambezi Nehir yatağı sürekli sel ve şiddetli yağışlar yüzünden zarar görüyor.
3. Hindistan’daki kutsal Ganj Nehri aşırı nüfus yoğunluğu ve ekolojik dengesizlik nedeniyle kirlenmiş durumda
4. Çin’deki Sarı Nehir, sanayi ve tarım sektöründeki aşırı kullanım nedeniyle kurumak üzere. Ayrıca kirlilik mevcut
5. Nil Nehri, sulama ve enerji üretimi amaçlı aşırı kullanım nedeniyle giderek zayıflıyor
6. Dünyanın en fazla kullanılan su sistemi olan Zambezi Nehir yatağı sürekli sel ve şiddetli yağışlar yüzünden zarar görüyor
-9-
7. Ortadoğu’daki su kaynaklarının giderek kirlenmesi de bölgedeki gerginliği arttırıyor
8. Türkiye, Dicle ve Fırat üzerinde kurduğu barajlar nedeniyle Suriye ve Irak tarafından su kaynaklarını kurutmakla suçlanıyor
9. Batı Afrika’da, Nijer ve Volta nehirlerine bağlı bir yaşam süren nüfus bu iki nehirdeki seviyenin düşüşü ve kirlilik yüzünden tehdit altında
10. Avrupa’daki kentlerin yarısından fazlası, yeraltındaki su kaynaklarını ölçüsüz bir şekilde yağmalıyor.
İnsan olma etiği
Dengesiz ve plansız sanayileşmenin yanı sıra, doğayı mahveden enerji üretimi, egsoz ve öteki gazlar, filitresiz fabrika bacaları, sağlığı ve doğayı tehdit eden tüketim malları, sera etkisi yapan ürünler, yok edilen orman, tarım ve sulak alanlar başta olmak üzere; savaşlar, nükleer silah denemeleri, petrol ve doğal gaz üretimi ve bilinçsiz tüketimi gibi çözüm bekleyen pek çok sorun, artık tüm insanlığın ortak sorunu olarak gündemin başına oturdu.
Bir zamanlar, televizyon ekranlarında radyasyonlu çay içerek, halkımızın yaşamını ve geleceğini önemsemeyen anlayış, şimdilerde de benzer özellikler gösteriyor. Ülkemizde ve tüm dünyada artan çevre sorunu karşısında, aşağıdaki
bilimsel bulguları yalanlayan bazı yetkililer, kendi bünyesinde saptadığı şu verileri hala kamuoyundan saklamaktadır:
– Son yüzyılda atmosfer sıcaklığı 0,8 derece artmıştır. Önümüzdeki yüzyılda sıcaklığın 5,8 derece artacağı tahmin edilmektedir.
– 1990 yılında toplam sera gazı emisyonu yaklaşık 170 milyon ton iken, 2004 yılında 296 milyon tona çıktığı gözlendi.
– 2004 yılı itibariyle yutak alanlarımız olan ormanlar, tarım alanları ve sulak alanlar, sera gazı emisyonlarımızın %25’ini yutmaktadır.
– Bu bulgulara karşın, Dünyada ve Türkiye’de yoğun kuraklık yaşanacağı endişesi; geçen yıla oranla %8 yağış azlığı olacağı ve buna bağlı olarak, yeraltı su kaynaklarının daha aşağılara çekilmesinin sonucu, artezyen sistemi ile sulanan tarım alanlarında su kıtlığı görüleceği varsayılmaktadır.
– Dünyada sera gazı emisyon artış oranında birinci, sera gazı üreten ülkeler arasında 13. sırada bulunan Türkiye’de; hala “küresel ısınma” alarmı verilmemektedir.
– Öte yandan; savaş, göç, açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi çözüm bekleyen sorunlarda da artış olduğu gözlenmektedir. Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, 2006 yılı sonundaki rakamlar oldukça ürkütücü. 1 milyar 370 milyon çalışan yoksul insanlara karşın, her yıl %6,3 artan oranda ve 2006’da 196 milyon işsiz olduğu açıklandı.
Tüm bu sorunlar yumağı içinde, çözüm yolları için geç kalınmamalı… Uluslar arası kuruluşlar, devletler, yerel, özel ve kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve her bireyin mutlaka yapacağı şeyleri vardır. İşte, turizm sektörü de bu konuda yeni eylemlere kararlı görünüyor.
Uluslararası turizmin önümüzdeki 20 yıl içinde yaklaşık üç kat büyüyeceğini öngören turizm profesyonelleri, bu büyük endüstrinin çevre ve kültürel miras üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek ve turizmden elde edilecek faydayı maksimuma çıkarmak üzere, uluslararası bağlayıcılığı olan bazı ilkeler üzerinde çalışmaya başladılar. İlk kez, 1997 yılında Dünya Turizm Örgütü (WTO)’nün İstanbul’da yapılan Genel Kurul toplantısında, 10 maddelik Küresel Turizm Etiği İlkeleri belirlendi. İnsan, çevre ve turizm etiği; tıpkı basın etiği gibi, birlikte yaşama kültürünün
-10-
lmazsa olmazlarındandır artık… Çevremizdeki kirli savaşlar, terör, cehalet, sömürü, açlık, yoksulluk, işsizlik, adaletsiz gelir dağılımı, küresel kültür kuşatması, özentili ve bilinçsiz tüketim, insani, etik ve ahlaki değerlerin zayıflaması gibi kirliliklere bir de kendi ile barışık olmayan, sevgisiz, saygısız, bencil, çıkarcı, bananeci, faydacı, paylaşma ve dayanışmadan uzak niteliklerimizi eklersek; vay halimize… Doğal felaketler bizi bekliyor…
Doğa ve çevre bilinci; aile, arkadaş, komşu, iş, eğitim ve öğretimle ediniliyor. Her şey, iyi yurttaş olmakla başlıyor… “Ben ve öteki yerine, biz” diyen anlayışla sağlanır, insan olma etiği… Çevremize saçtığımız sevgi yüklü pozitif enerji; yalnızca insanları değil, çiçekleri, böcekleri, hayvanları ve taşları bile etkiler. İşte doğa, o zaman bizden intikam almaz…
İnsanların neden olduğu; Afrika’dan Sibirya’ya dek tüm Anakara(kıta)larda ve ülkemizde, doğayı ve yaşamı tehdit eden çevre kirliliğinin, önü alınmaz boyutlarda arttığına tanık oldum. Fotoğraflarla bunları belgeledim. “Benim de yapacak bir şeyim olmalı!…” diyerek, tüm doğaseverlerle ortak savaşıma girmeyi görev edindim…
Bu bağlamda, benim de danışman olarak görev aldığım bir çevre projesi başlatıldı. Bu can alıcı olay karşısında; “yaşanılır bir doğa için, bir şey yapmalı” diyen kişi ve kurumların; “insan olma etiği” ve “çevre bilinci” anlamındaki sorumluluğuna örnek olan “SUYUN MAVİ GÖZÜ” adlı belgesel çalışmayı başlatan yönetmen Osman Demirbağ’a ve MKZ Prodüksüyon’a, bu duyarlılıkları ve özverileri için ne kadar teşekkür etsek azdır…
Değerli doğa dostları, “hakları, özgürlükleri ve sorumluluklarının bilincinde bir yurttaş” olarak, bir insan olarak, Anadolu’nun her köşesini arşınlamış ve dünyanın 66 haline tanıklık etmiş bir gezi yazarı olarak, insanın ve doğanın gizemli ve imge yüklü özellik ve güzelliklerinden esinlenen bir şair olarak, içsel bir yolculuğun aydınlığında uçuk ve aykırı nice farklı kültürlerle karşılaştım, Farkın farkındayım…
Latin Amerika ve Güney Asya’da tusunami ve hortumlara tanık oldum. Amazon bölgesinde ve Sibirya’da orman katliamlarını gördüm. Çin’de artan nüfus ve Rusya’da azalan nüfus stratejik bir sorun olarak toplumsal yaşamı tehdit ediyor. İç Asya’da Uygur-Turfan bölgesinde Taklamakan Çölü’nün 110 metre altında ve toplam uzunluğu 5100 kilometre olan, 2500 yıl önce Türkler tarafından yapılan Karız yer altı su kanallarının kurumaya başladığını ve bu gün ancak üçte birinin çalıştığını belgeledim. Yine aynı bölgede -154 metre koyunda bulunan Ay Gölü, tamamen kurumuş ve bir tuzlu çamur gölüne dönüşmüştür. Geçtiğimiz yıl Sibirya’da yaptığım 10 bin kilometrelik tren yolculunda; kuzey kutuptaki buzulların erimesi sonucu Obi, Yenisey, Lena ve Volga ırmaklarının akar kotunun yarım metreye kadar yükseldiğini ve debisinin yer yer 7 kilometreye kadar genişlediğini gördüm. Etiyopya, Eritre, Sudan, Uganda, Kenya, Nijerya, Mali ve Çat topraklarında yaşayan ilkel kabilelerin açlıktan ölmek üzere olan çocuklarına, ekmek ve su yerine incil dağıtan misyonerlere tanık oldum. Afrika’da yaşayan San Buşman, Dinnır, Tuareg ve Berberi kültürlerinin yok olmak üzere olduğunu gözlemledim. 12-15 yaşındaki çocuklara, boylarından büyük silah verip, terör eylemlerinde kullanıldıklarının acısını yaşadım. İnsanlığın ortak kültürel mirası olan tarihi ve doğal zenginliklerin nasıl yağmalandığının fotoğrafını çektim. Batı merkezli araştırmacıların, bilim adamlarının, gazetecilerin, politikacıların, silah tüccarlarının ve sömürücülerin; mazlum halkları ve tüm insanlığı nasıl kandırıp, dünyamızı nasıl yağmaladıklarını ve kana buladıklarını birlikte görüyoruz. Bölgemizde süren kirli savaşlar, bunun tanığı değil mi? Türkiye’nin aydınlık insanları, tehlikenin farkında mısınız? Öyleyse, ne yapmalı?
-11-
Sonuç olarak:
Şimdi yaşamın her alanında, her sektör ve tüm işkollarında örgütlü bireylerin ve kurumların ortak girişimleriyle organize olmanın tam zamanı… Bedel ödemenin zamanı değil… Bu bağlamda; insan olma etiği, sorumluluğu, duyarlılığı ve bilinciyle; “Geleceğimiz için, benim de yapacak mutlaka bir görevim vardır!” diyerek, sorumluluk bilinciyle yeni eylemler bizi bekliyor… Hemen şimdi… Temiz bir doğada yaşamı yaşamak için, yaşanası yarınlarda özgürlüğü kana kana içmek için, “SUYUN MAVİ GÖZÜ”yle bakmak sevgiliye ve mutluluk türküsünü söylerken, özgürce soluklanıp şırıldayan sevgiyi sebil eylemek için, varsıl günlerde barış ağacının bereketli meyvesini paylaşmak için… Sen de doğa savaşımına katıl!.. Yarın geç olabilir… Hemen şimdi…
Haydi, tüm sevdiklerimiz ve yaşanası bir çevre için, yarınlar için; “suyun mavi gözü”nü öpelim! Sevgimizi sebil eyleyelim… Dostlukla…
www.dursunozden.com.tr