Hunza Türklerinin Uzun Yaşam Sırrı

Dünyanın en uzun ömürlü Türk Topluluğu: HUNZALAR

Dursun Özden (Travel Writher)

Asya’da yaşayan bir akraba topluluk olan Hunza Türkleri, ortalama 120-145 yıl yaşıyor. Güney Asya’da; Hindistan ve Pakistan’ın kuzeyinde, Çin’in güneybatısında ve Afganistan’ın kuzeydoğusunda bulunan Hunza Vadisi’ni yurt edinen ve dünyanın en uzun ömürleriyle dikkat çeken bu ilginç topluluklarından biri. Hunza Vadisi’nde doktorlar işsiz… İşte uzun yaşamalarıyla tanınan, kanser ve diğer ölümcül hastalıkların uğramadığı ve 100 yaşında hayatını kaybedene ise; ‘genç öldü, erken gitti’ denildiği özel bir halktır Hunzalar…

Uzun yaşamalarıyla tanınan Pakistan’ın Hunza halkı, doğal yiyeceklerle beslenme, bölgedeki temiz hava ile dans ve spora gösterdiği ilgiyle haklarında çıkan efsaneleri doğruluyor.

Pakistan’ın en kuzeyindeki Gilgit-Baltistan’a bağlı, 200 kilometrelik Hunza Vadisinde yaşayan Buruşo ve Vakhi halkları, 2 bin metrenin üzerindeki dağlık bölgelerde kışın gelmesiyle ülkenin geri kalanından aylarca izole halde yaşıyor.

Çoğunlukla sebze ve meyve tüketen bölge halkları, kış şartlarına dayanıklı dağ keçileri ve koyunlarıyla çiftleştirdiği evcil keçi ve koyunların yanı sıra bölgenin meşhur büyükbaş hayvanı yak eti ile besleniyor.

Bu hayvanlardan üretilen doğal ürünler dışında bölgenin en meşhur ürünü ise kayısı ve kayısı yağı. Hunza’da tüm yemeklerde tereyağı ve kayısı yağı kullanılırken, kayısı yemeklerin ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor.

Dünyanın en yüksek 50 zirvesinden 17’sine ev sahipliği yapan bölgede, özellikle kış şartlarında Pakistan’ın hareketli siyasi gündemi ve dünyadaki gelişmelerden uzak yaşayan halkların doğal yiyeceklerle beslenmesi uzun yaşadıkları efsanesini oluşturuyor. 

Yazar Sujesh Gopalakrishnan’ın, “Hunza halkları ve 145 yaşına kadar uzanan sıra dışı yaşamları” makalesinde, Hunzalıların uzun yaşamasının sırrı olarak, fakirlikten kaynaklı yemek niyetine meyve suyu içmeleri, sebze ve meyveleri kurutarak ya da çiğ yemeleri, haftada 1 gün oruç tutmaları ve bölgenin coğrafi yapısı gereği sürekli egzersiz içinde olmaları gösteriliyor.

HAYALİ ŞANGRİLA’NIN HUNZA OLDUĞUNA İNANILIYOR

İngiliz yazar James Hilton’un 1930’larda sinemaya da uyarlanan Yitik Ufuklar (Lost Horizon) kitabında, Çin’den kalkıp Himalayalar’a inen uçakta yer alan 4 İngiliz’in götürüldüğü hayali Şangri-La’da uzun yaşayan, hastalanmayan insanlarla karşılaşıyor.

Kitabı Oscar ödüllü senarist Robert Riskin sinemaya uyarladı, filmi de 6 Oscarlı Frank Capra yönetti. Suyun tedavi ve terapi özelliklerinden bahseden “Su terapisi hakkında neredeyse her şey” kitabının yazarı Constantin Cerbu’ya göre Capra, filmde mekan olarak Hunza’yı canlandırdı.

Hunza’nın erkekleri, ileri yaşlarına rağmen tarım ve hayvancılıkla ilgilenmeye devam ederken boş zamanlarında ise buz tutan göl ve havuzlarda buz hokeyi oynuyor. Günlük ayakkabılarıyla buz hokeyi oynayan erkeklerin yanı sıra gençler ve çocuklar da kıran kırana maçlar yapıyor. Takımlarda kız ve erkekler karışık olarak yer alıyor.

Okuma yazma oranının yüzde 77 olduğu bölge, Pakistan’da kız çocuklarının en yüksek seviyede eğitime katıldığı eyaletlerin başında geliyor.

BÜYÜK İSKENDER’İN ASKERLERİNİN KURDUĞUNA İNANILIYOR

Buruşo ve Vakhi halkları Pakistanlıların genelinin aksine açık tenli, sarışın hatta bazen çekik gözlü olurken, bu iki halkın kökeniyle ilgili çeşitli iddialar bulunuyor. İki halkın da yerel dilinin Hint-Avrupa dil ailesine üye olması nedeniyle Hunzalılar batılı kökenlere sahip olduğunu düşünüyor.

Buruşo efsanelerine göre Hunza’nın, Büyük İskender’in Hindistan seferi ardından bölgede kalan bir komutan tarafından kurulduğu, Hunzalıların soyunun ise bu komutana dayandığına inanılıyor.

İpek Yolu’nun geçtiği bu coğrafyada Orta Asya halklarıyla da ilişki içinde yaşayan Hunzalıların bu nedenle Türklerle akraba olabileceği de iddia ediliyor. Buruşo halkı ise açık tenli olmaları ve özellikle Orta Asya Türklerinin kıyafetlerine benzer kıyafetleriyle dikkati çekiyor.

Vakhi halkının ise, Perslerle akraba olduklarına inanılıyor. Bugün Vakhiler Pakistan dışında Afganistan, Çin, Tacikistan ve İran’da görülüyor.

İki halk da müzik ve dansa olan ilgilerini her yıl düzenledikleri festivallerle dünyaya duyuruyor. Müzikli eğlencelerde Türkiye’de de sıkça kullanılan zurna da çalınıyor.

Bu bölgede “Suranai” denilen zurnanın yanı sıra “Dadang” ve “Daamal” gibi vurmalı çalgılar, Orta Asya’ya özgü rebap ve dombra ile Güney Asya’ya özgü sitar gibi çalgılar da kullanılıyor.

Pakistan’ın genelinin aksine kadın çalgıcılara sık rastlanan Hunza’da eğlenceler de karışık yapılıyor.

Akrabamız HUNZA Türklerinin Gizimli Yaşamı

Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var.

Tamamen Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor. Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor. Bizde 35 yaş yolun yarısı deniliyor. Kadınlar 65-70 yaş arasında anne oluyor. 100 yaşında ölenlere genç öldü deniliyor. Bizde 100 yaşında ölenler tarih kitaplarına geçiyor. Hunza Türklerinin çok ilginç bir yanı da burada hiç kanser vakasının yaşanmaması. Kanser Hunza Türklerinden kaçarken, bizde kanserden kaçıyoruz.

Bu Türkler kansere yakalanmadıkları gibi sık rastlanan diğer rahatsızlıklara da yakalanmıyorlar. Öyleyse yalandan, hileden, hırsızlıktan, haksızlıktan, yetim malı yemekten uzak duruyorlar. Doktorlar burada iş görmez, muayene yapmaz reçete yazmaz. Bunun nedeni denizden 6 bin metre yükseklikte çok yüksek oksijeni olan bir bölge de bulunmaları. Buz gibi temiz su içip kendi ekip biçtiklerini yemeleri. Bizim gibi Ege ve Akdeniz sahillerine hasret kalmıyorlar.

Hunza Türkleri’nin et ve baharatlı yemekleri çok ünlü ve Sadece kendi ürettikleri sebze ve meyveleri tüketiyorlar. Yani ithal sebze ve meyveleri hiç tanımıyorlar. Hunzalıların yetiştirdiği kayısının dünyada bir eşi benzeri daha yok. Çok lezzetli olan bu kayısı yazın kurutuluyor ve kışın yeniliyor. Malatya’dan kayısı üreticileri bir gidip Hunzalıları görseler. Huzlalıların iki önemli deyimleri çok düşündürücü. Eğer zengin olsaydık her hangi bir ülke bizi ”korumak” bahanesiyle işgal edebilirdi. İnsanlardan uzaklığımız tecrit hâlimiz bir yoksunluk değil, bu bir özgürlüktür. Dünyanın geri kalanını merak etmeye gerek duymuyoruz… Kayısı, Hunzalı akrabalarımızın uzun ömür iksiridir…

Hunzalıların özgün yaşam tarzları

Hunzalılar yaşadıkları vadilerin yüksekliklerindeki dağların muhteşem görüntüsü, kimliklerinin ve nam salmış sağlıklarının önemli bir unsurudur. Yaşadıkları bu güzellik doyumun onların sağlıkları üzerinde en az beslenmeleri kadar korucu ve önemli bir unsur olarak çok etkili olduğu kabul edilir. Evlerinin tümü dünyanın çatısının zirvesinden biri olan sekiz bin metre yüksekliğindeki Rakaposhi Dağının manzarasına sahip. Hunzalılar beslenme tarzlarına sadıktırlar.

Halkta safra kesesi veya böbrek taşı, koroner hastalıklar, yüksek tansiyon, kalp kapakçığı lezyonu, zihinsel yetersizlik, çocuk felci, arterite, şeker hastalığı ve tiroit yetersizliğini etkileyen hastalığa rastlanmaz.

Onlar da çocuk ölümlerinden muaf değiller, ancak çok az etkilenirler. Yaşlı kadınların evde oluşan duman etkisiyle göz hastalıklarına duçar olduğu görülür. Göz doktorları Hunzalıların mükemmel bir görme yeteneğine sahip olduklarını tespit etmişlerdir.

Arşivlerinin bulunmaması nedeniyle yaşlıların tam sayı yaşlarıyla birlikte tespit imkânı olmamıştır.  Köylerde yüz yaşın üzerinde 12 ve seksen yaşın üzerinde 100 erkeğin varlığı tespit edilmiştir.

Bu yaşlılarda yeniden yapılan evliliklerinde doğan çocukların da kanıtladığı şekilde 75 yaşın çok üzerinde dahi çok aktif cinsel yaşama sahiptirler.

Toprakla uğraşırlar, dağlık patikalarda çok uzun mesafe kat ederek oldukça normal bir yaşam sürmektedirler. Hunzalıların sağlığı ve uzun bir yaşam sürmeleri genellikle beslenme şekillerine ve kullandıkları suyun mineral zenginliğine bağlanır.

Enerji kaybetmeden yürümenin sırrına sahipler. Öyle dirençlidirler ki yürüdükleri mesafe, ulundukları irtifa ne olursa olsun hiçbir zaman mola verme ihtiyacını duymazlar.

Yürüyüş tarzları sıkıntısız, incelikli ve çeviktir. Başları yukarıda ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar bu durumu muhafaza ederler bedenleri dimdiktir. Öyle halat köprülerden geçerler ki kucaklarında çocukları olduğu halde hafif bir sıkıntı çekmeden geçerler.

Çocuklarına çok küçük yaştan itibaren çıplak ayakla gezmeyi öğretirler, Kadınlar kolaylıkla doğum yapmakta, hamileliğin başlangıcından itibaren her türlü ağır işleri bırakırlar, ancak aile bireyleriyle birlikte tarlalarda çalışmayı sürerler.

Buradaki halkın inanışına göre hamile kadın ne kadar çok çalışırsa doğum o kadar kolay gerçekleşir, doğan bebekte o kadar sağlıklı olur. Doğumdan sonra anne toprakla uğraşmaya devam eder.

Bebek erkek ise üç yıl, kız ise iki yıl boyunca anne sütüyle beslenir. Müslüman Hunzalılarda kadın dışarı çıkmakta ve gezmekte serbesttir. Ev ile ilgili kararlarda kocalarıyla aynı oranda söz sahibidirler.

Akraba evliliği kesinlikle yasaktır. Boşanma olayı çok nadirdir. Hunzalılar, Pakistan ve Hindistan komşularına göre daha çok eğitimli bir halktır. Okullar parasızdır, erkeklere olduğu kadar kız öğrencilere de açıktır.

Hunzalıların muhteşem nitelikleri var, maneviyatçı, güler yüzlü ve mutluluk doludurlar.

Topraklarına derin sevgileri, komşularına şefkat ve merhamet anlayışı var. Yabancılara karşı çok konuk severdirler. Başları daima dik, güçlü ve işlerine düşkündürler. İşte böyleleri uzun ömrü, sağlıklı, huzurlu, ve mutlu yaşamı hak ediyorlar.  Bu alıntı yazı ile Mersin’den selamlar yolladı sayın Mehmet Burakgazi. Selamlar kardeşim….

Hunza Türklerinin ‘Uzun Ömür’ Sırrı…

Hunza Türkleri adı, Hun Türklerinden geliyor. Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var..

Çin ve Afganistan sınırında Pakistan’ın Keşmir kentinde yakınlarında yaşayan Hunza Türkleri ortalama 120 yıl yaşıyor.

Bilim adamlarının dikkatini çeken bu ömür süresi onları araştırma yapmaya yöneltti. Yolun yarısının 65 yaş olduğu bu toplulukta kadınlar, 65-70 yaşında doğum yapıyor.

Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor. Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor… Kadınlar 65-70 yaş arasında anne oluyor. 100 yaşında ölenlere genç öldü deniliyor.

Hunza Türklerinin çok ilginç bir yanı da burada hiç kanser vakasının yaşanmaması…

Bu Türkler kansere yakalanmadıkları gibi sık rastlanan diğer rahatsızlıklara da uğramıyorlar.

Bilim adamlarının dikkatini çeken bu ömür süresi onları araştırma yapmaya yöneltti.

Bunun nedeni denizden 6 bin metre yükseklikte çok yüksek oksijeni olan bir bölgede bulunmaları.

Buz gibi temiz su içip kendi ekip biçtiklerini yemeleri..

Hunza Türkleri’nin et ve baharatlı yemekleri çok ünlü ve sadece kendi ürettikleri sebze ve meyveleri tüketiyorlar.

Coğrafi zorunluluklar ve iklim değişikliklerin gibi sebeplerle Sibirya ve bugünkü Rus düzlüklerinden Orta Asya bozkırlarına indiği düşünülen Türkler, orman avcılığından göçebe çobancılığa geçiş süreci yaşamıştır.

 Türk dilinde ormancılık ve orman yaşamıyla ilgili sözcüklerin, bozkır yaşantısındaki sözcüklerden daha eski olması ve Pazırık Kurganında ren geyiği görünümü verilmiş atlar çıkartılmış olması bu süreci doğrulamaktadır. 

Coğrafi şartlar ve iklim değişiklikleri veya bilinemeyen nedenlerden ötürü Türk kabilelerinin büyük bir kısmı yerleşik ve ormancılık hayatından bozkır hayatına geçmişlerdir ve bir şekilde bozkır hayatına adapte olmuşlardır.

Bugünkü uygur Bölgesinde, Moğolistan ve Altay bölgelerinin İlkçağ’da ve Orta Çağ’ın başlarında Türkler’in anayurdu olduğu düşünülmektedir. Bu alan; 1200 ila 1400 metre arasında değişen bir yayladır.

 Büyük çöküntüler ve yüksekliklerden oluşan bu arazide Altay Dağları’nın yüksekliği 4600 metreden fazladır. Ötüken’in bulunduğu bölge 4000 metre civarındadır. Cungarya ve Gobi Çölü’nün bulunduğu alan yılda 100 milimetreden az yağış alır. 

Bugünkü Uygur Bölgesinde, Moğolistan ve Altay bölgelerin de yıllık yağış 200 milimetreyi geçmez. Kışın soğuk şiddetlidir: -50 dereceye kadar düşer. Kışın büyük bölümü toprak karlar altındadır. 

Yazın hava çok sıcak olabilir ya da kötü geçen yıllarda fırtına da görülebilir. Sık ladin, çam, köknar ormanlarıyla kaplı yüksekliklerin eteklerinde çayırlar vardır. Çukur yerlerde ise ağaçlıklı otlaklar ve çalılıklar vardır.

 Bu bölgelerden Çin’e doğru giden topraklar ve İran’a doğru giden topraklar uçsuz bozkırlarla ve çöllerle kaplıdır. Altay’a yakın Sibirya bölgelerinde ise tayga iklimi vardır.

Böyle bir alanda İlkçağ ve Orta Çağ’da yaşayan topluluklarda ekonominin temeli hayvancılığa dayanmaktadır. Geniş steplerde en çok at ve koyun yetiştiriciliği yapılmaktadır. 

Bunlardan başka deve ve sığır da beslenmektedir. Koyunun yünü eğilerek ip yapılır ve bundan halı, kilim üretilmektedir. Andronova ve Afanasyevo Kültürü kalıntıları sebebiyle, bilim adamları, halının ana yurdu olarak Orta Asya’yı göstermektedir.

Özellikle Orta Asya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden göçebe toplumlarda hayvancılık ön plandaydı. Bu yüzden Orta Asya bozkırlarında göçebe hayatı yaşayan insan toplulukları yazlık alanlar ve kışlık alanlar belirleyerek belirli bir yol üzerinde göç ederlerdi. 

Göçler rastgele değildi. Göç edilecek yerler ve takip edilen yollar önceden belirliydi. Böyle bir Bozkır hayatına bağlı olarak On iki Hayvanlı Takvimi gelişmiştir. 

Bu takvim; güneş ile ay arasındaki döngüye ve “geyik böğürtüsü”, “bir hayvanın doğması”,”bir göçmen kuşun geri dönmesi” gibi doğa olaylarına bağlıdır.

Bozkır hayatında, sebzeye karşı fazla istek duyulmazdı. Sütlü darı, peynir, yoğurt ve kısrak sütünden yapılan kımız, Orta asya topluluklarının başlıca besin maddeleriydi.

 At ve koyun etinin saklama ihtiyacı “ilkel konserveciliğin” gelişmesine yol açmıştır. Göçebe topluluklarda; “yonca”nın ve “darı”nın oldukça önemi vardı.

Dünyanın farklı coğrafyasında yaşayan akraba Türk Topluluklarına selam olsun…

Yoleri gezgin derviş, zengin coğrafyaları ve kültürleri sizin için geziyor ve paylaşıyor…

Kaynak: www.dursunozden.com.tr

Yoruma kapalı.

shared on wplocker.com