Şili Paskalya Adası’nın Sırrı
Dursun ÖZDEN (Gezi yazarı-Belgeselci)
Dünyanın diğer ucunda yer alan ve Simon Bolivar aydınlığında, İnka Medeniyeti beşiği, And Dağları gölgesinde yükselen bir Latin Amerika ülkesi olan; dünya şairi Pablo Neruda ve İnsan hakları savunucusu devlet adamı Salvador Allende’nin vatanı Şili’de; gezilip görülecek pek çok yer bulunmaktadır. 20 milyon nüfusu ve 757 bin km2. yüzölçümü bulunan Şili’nin Başkenti Santiago’dan selam olsun!.. Şiir ülkesinde; yaşamı yaşamak için, Şili’de şiir yazmanın-okumanın tam zamanı… Şili’ye bağlı Pasifik Okyanusu’nda bulunan Paskalya Adası sırrını keşfetmeden önce; Şili’de güneş-kum-deniz, dağcılık, doğa, tarih, kültür, sanat, edebiyat, spor, eğlence ve yeme-içme turizmi olarak zirvede yer alan Şili; ölmeden önce mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biridir. Şimdi bu ülkede, mutlaka gezilip görülecek; alternatif turim potansiyeli olan, 10 gözde yer bulunmaktadır. Bunlar:
1- Los Pinguinos Tabiat Parkı
1 kilometrekarelik alana sahip olan Magdalena Adası’nda yer alan Los Pinguinos Tabiat Parkı, Şili’nin en büyük penguen parkıdır. Burada yaklaşık 120 bin Macellan pengueni bulunur. Parkın bulunduğu tepede şirin bir deniz feneri bulunuyor. Her yıl eylül ekim gibi eş bulmak için buraya çok sayıda penguen gelir. Mart ayıyla birlikte tekrar denize dönerler. Buraya sonbahar gibi gelip penguenleri yakında görüp onları seyredilebilirsiniz.
2- İnsan Hakları Müzesi
Şili’nin başkenti ve en büyük şehri Santiago’da yer alan İnsan Hakları Müzesi, 11 Ocak 2010 tarihinde ziyaret açılmıştır. İnsan Hakları anlamında ziyaretçilere açılan dünyadaki önemli müzelerden biridir. Müzede birçok fotoğraf, sergi, video ve eşya sergilenmektedir.
Özellikle hapishanede işkence altında hayatına son verilen Şili halkının fotoğrafları bulunuyor. Ses sistemleriyle gerçek bir alan yaratmıştır. Özelde Şili genelde dünya çapında zarar gören insan haklarını görmek için bu müzeyi ziyaret edebilirsiniz. Pazartesi günü dışında haftanın her günü 10:00-18:00 saatleri arasında ziyaret açıktır. Müze girişi de ücretlidir.
3- San Cristóbal Tepesi
Şili’nin başkenti ve en büyük şehri Santiago’nun kuzeyinde yer alan San Cristóbal Tepesi, 880 metre yüksekliğinde bulunup şehrin en harika yeridir. Bu tepeye çıkıp şehrin harika manzarasını izleyebilirsiniz. Hatta açık havalarda And Dağlarını bile görebiliyorsunuz. Tepenin üzerinde bir park bulunmaktadır. Parkın içerisinde botanik bahçesi, hayvanat bahçesi ve 2 havuz bulunuyor. Ayrıca bu park şehrin en büyük parkıdır. Ayrıca tepe zirvesinde 1 kilise ve Meryem Ana’nın 22 metrelik bir heykeli bulunuyor. Buraya yolunuz düştüğünde mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerin başında gelmektedir. Bu tepeye isterseniz teleferikle ya da tırmalayarak ulaşabilirsiniz.
4- Torres del Paine Millî Parkı
Şili’nin en güneyinde yer alan Torres del Paine Ulusal Parkı, 1.814 km²’lik alanda 13 Mayıs 1959 tarihinde ziyarette açılan önemli bir parktır. Bu parkta; puma, dev kondorlar ve gri patagonya tilkisi olmak üzere yöreye özgü birçok hayvan türü bulunmaktadır. Buraya gelip bu hayvanları yaşam alanlarında ziyaret edebilir veya 3000 metre yükseklikte yer alan buzul dağlarını ziyaret edebilirsiniz. Şili gezinizde mutlaka olması gereken yerlerden biridir.
5- Lauca Milli Parkı
Şili’nin en kuzeyinde yer alan Lauca Milli Parkı, 1.379 km²’lik alanda 1970 yıllında ziyarete açılan önemli bir milli parktır. Ülkenin en çok tercih edilen bölgesidir. Milli parkta birçok hayvan türü bulunmaktadır. Bölgede yüksekliği 6 bin metreyi bulan volkanik dağlar bulunur. Bu dağların arasında dünyanın en yüksek Lago Chungará adlı gölü bulunmaktadır. Burada termal kaplıcalar bulunmaktadır. Nefes kesici manzarasıyla her yıl çok sayıda turist uğramaktadır. Ölmeden önce ziyaret edilmesi gereken noktalardan biridir.
6- Paskalya Adası
Büyük Okyanus’un güney doğusunda yer alan Paskalya Adası, Şili’ye bağlı olup Dünya’nın en sessiz adalarından biridir. Şili sahillerinden 3700 km uzaklıkta yer almaktadır. Bu adaya en yakın yerleşim yeri en az 2000 km uzaklıkta bulunur. Bu nedenle dünyanın en çok izole olmuş adası olarak da bilinir. Burada yaklaşık 5 bin kişi yaşamaktadır. Adada dikkat çekilecek birçok yer bulunmaktadır. Buraya geldiğinizde beyaz kumsallara uzanıp uçsuz bucaksız plajlarda tatil keyfi yaşayın. Sonra kalkıp dalış ve sörf yapabilirsiniz. Bu adayı asıl ilginç ve popüler hale getiren Rapanui halkı tarafından inşa edilen 887 tane Moai taş heykelleridir. Bu heykelleri ziyaret edin.
7- Chiloe Kiliseleri
Şili’nin Chiloé Takımadalarında yer alan Chiloe Kiliseleri, Amerika’nın eşsiz mimari yapılarından biridir. Chilota mimarisinin en önemli yapılardan biridir. Adalar üzerinde 17. yüzyılda inşa edilmiş 100’ün üzerinde kilise bulunmaktadır. Bunların bir kısmı tarihin sayfalarında yok olup giderken 20 tanesi restore edilip günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaştırılmıştır. Buraya gelip bu harika tarzda inşa edilen kiliseleri ziyaret edin.
8- Atacama Çölü
Şili’nin kuzeyinde yer alan Atacama Çölü, Dünya’nın en kurak ve sıcak çölüdür. 105.000 km²’lik alan kaplayan bu çöl, Batısında Büyük Okyanus, Kuzeyde Peru, doğuda ise Bolivya ve Arjantin bulunur. Çölü ilginç ve popüler hale getiren ise 100 km uzunluğundaki Ay Vadisidir. Nefes kesici bir manzarası bulunmaktadır.
Buraya geldiğinizde kendinizi ayda hissediyorsunuz. Dış Kuvvetler(rüzgar, kumlar vb..) tarafından harika yapılar meydan gelmiştir. Burada yer bir parkta yıldızları izleyebiliyorsunuz. Size tavsiyem eşinizle veya arkadaşınızla buraya gidip yıldızları izleyin. Romantik ortamı o zaman görürsünüz. Ölmeden önce mutlaka gidilmesi gereken yerlerden biri de şüphesiz Ay Vadisidir.
9- Valparaiso
Pasifik kıyısında yer alan Valparaiso, rengarenk evleri, bohem kültürü ve muazzam deniz manzarası ile Şili’nin turistik bir şehridir. Burada gezilip görülecek birçok tarihi yapı ve doğal güzellik alanı bulunur. Buraya gelen biri tatil ve huzur adına aradığı her şeyi rahatlıkla bulacaktır. Bu şehri asıl ilginç kılan ise Dünyaca ünlü şair Pablo Neruda’nın ve görsel sanatçıların evi burada yer almasıdır. Bu evler günümüzde müze olarak kullanmaktadır. Buraya yolunuz düşerse bu evleri de ziyaret edin.
10- Pucon
Şili’nin güneyindeki Göller bölgesinde yer alan Pucon, gezilip görülmesi gereken turistik bir kasabadır. Şili’de en çok ziyaret edilen noktalardan biridir. Özellikle açık hava ve doğa meraklılarının sıkça akın ettiği bir yerdir. Bu kasabada harika bir göl ve heybetli bir volkan bulunur. Burada rafting, kano, su kayağı, kar kayağı, binicilik gibi su sporlarını yapabilirsiniz.
Bunun yanında yine birçok aktivite bulunmaktadır. Ayrıca kasabada yer alan parkta yaklaşık 130 tane hayvan türü bulunmaktadır. Bu hayvanları da doğal ortamlarında ziyaret edin. Hayatınızda unutamayacağınız bir gezi anınız olmasını istiyorsanız bu tatil kasabasına gelmelisiniz.
Paskalya Adası’nın Sırrı
Şili gezimiz kapsamında, çok özel bir yeri olan ve bilinmeyen dev taş heykellerin sırrını çözmek için, PASKALYA Adası’na dikkat çekmekte yarar vardır. Gelin bu adanın gizemini birlikte keşfedelim…
Paskalya Adası, (İspanyolca Isla de Pascua, Rapanui dilinde Rapa Nui) Büyük Okyanus‘un güney doğusunda Şili‘ye bağlı bir ada.
Şili sahillerinden 3700 km, Tahiti‘den ise 4000 km uzaktadır. Çok izole kalmış bu ada, üzerinde yaşam olan en yakın yer Pitcairn Adası olup, adanın 2000 km doğusundadır. 2002 yılı itibarıyla 3.791 kişilik nüfusa sahiptir.
Doğu Pasifik’te bulunan Paskalya Adası, birçok pasifik adasının karakteristik geniş sahiline sahip değildir. Sahili dik olarak denizin 3000 metre derinliğine kadar iner. Kumsal çok ender köşelerde (mesela kuzey sahilindeki palmiye ormanının yakınında), kayda değmez nitelikte bulunur.
Ada, yüksekliği 13 km olan bir dik üçgen görünümünde olup alanı 162,5 km² dir. Üç adet sönmüş volkandan oluştuğundan, tabiatında volkanik geçmişinin etkileri vardır. Bunlar güneydoğudakiRano Kao, doğudaki aynı isimli yarımada üzerinde olanPoike ve kuzeydekiMaunga Terevaka‘dır. Bu sonuncusu 508 m yüksekliği ile merkezdeki adanın en yüksek noktasıdır. Adanın güneybatısında, üzerinde yaşam olmayan Motu Iti, Motu Kao Kao ve Moto Nui batısında Motu Tautara ve Poike Yarımadası‘nın karşısında ise Motu Maroturi isimli adacıklar bulunur.
Paskalya Adası’nın iklimi yarı tropiktir, dolayısıyla sıcaktır. Mevsimsel farklılıklar düşük seviyede hissedilir. Bölgesel bir rüzgâr sistemi olan Passat Rüzgârları hüküm sürer. Yağışlar ortalama yıllık 1.150 mm dir. Yıllık sıcaklık ortalaması 21 °C olup en soğuk ve yağışlı aylar Temmuz ve Ağustos’tur.
Taş heykellerin gizemi
Dünyaca ünlü, her turistik kitapta anlatılan taş heykeller Moai diye adlandırılırlar. Pater Sebastian Englert, bu heykellerden 638 tanesini numaralandırmış ve kategorize etmiştir. Esasında bu heykellerin daha önceden 887-1000 adedin üstünde olduğu tahmin edilmektedir.
Çok sayıda araştırmaya rağmen bunların ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Tam ne zaman yapıldığı da bilinmeyen heykellerin, M.S. 1000 ile 1600 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yine tahminlere göre bu taş heykeller yerlilerin ruhlarla iletişim kuran atalarıdır.
En uzun Moai’ye Paro denir ve yaklaşık 10 metre uzunluğa, 82 ton ağırlığa sahiptir. En ağır Moai ise, 86 tondur ve tamamlanamamıştır. Eğer tamamlansaydı 21 metre uzunluğa ve 270 ton ağırlığa sahip olacağı tahmin edilmektedir. Moailerin boyları yaklaşık 11 metredir. Ağırlıkları da yaklaşık 55 tondur. Adanın doğusundaki Rano Raraku yanardağının tüf ve taşlarından yontulmuştur. Ahu adı verilen platformlar üzerinde yerleşmiş heykeller, bakışları yerleşim bölgesini görecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Ahular o kadar güzel işlenmişlerdir ki yontma taş plakalarının arasına bıçak sırtı bile sığmaz.
Paskalya Adası, 1967 yılında ilk yolcu uçağının bu adaya inmesinden beri, önemli turistik bir yer haline gelmiştir. Bugün de adaya Şili‘den 5 saatlik bir uçuşla ya da Tahiti‘den ulaşılır. Santiago‘dan haftanın belli günleri ülkenin resmi havayolu şirketi LAN Chile sefer düzenler. Adanın limanı küçük olduğundan buraya düzenli bir feribot seferi yapılmaz. Ada halkının ağırlıklı geçim kaynağı turizmdir. Gelen turistler buradaki pansiyonlarda ya da 3 yıldızlı otellerde konaklarlar.
Moailer; Büyük Okyanus’ta, Şili’nin 3600 km batısındaki Paskalya Adası’nda yapılan yekpare taş figürlerdir. Toplam 887 Moai heykeli vardır. En uzun Moai‘ye Paro deniyor.
Yeryüzünde hiçbir yer, diğer yerleşim bölgelerine Paskalya Adası kadar uzak değildir. Güney Amerika, doğuda 4300 mil, Tahiti ise, batıda 2300 mil uzaklıktadır. Bununla birlikte, gelişmiş teknolojiye sahip uygarlıklardan görünürde tecrit olmasına rağmen ada halkı, her nasılsa birçoğu üç katlı bir binadan yüksek, insan biçiminde yüzlerce dev yekpare heykeller yontmuştu. Sonra, her nasılsa bu ‘moai‘yi adanın bir ucuna taşımış, birçoğunu taş platformların üzerine dikmiş ve dev kırmızı taş blokları üstlerine oturtarak işlerini tamamlamışlardı.
Hollandalı kaşif Jacob Roggeveen, adaları bulduğu 1722 Paskalya Pazarında (adanın adı buradan türemişti), heykeller hala yerlerinde duruyorlardı. Roggeveen not defterine şöyle yazmıştı: “ilkin bu taş heykeller hepimizi çok şaşırttı; çünkü bu insanların, tam dokuz metre yüksekliğinde ve aynı oranlarda kalın bu heykelleri nasıl dikmiş olabileceklerini bir türlü anlayamadık.”
Sadece elli iki yıl sonra. Kaptan James Cook, Güney Pasifik’te eskiden beri varolduğundan kuşkulanılan bir kıtayı ararken, Paskalya Adası’na da kısa bir süre uğramıştı. Cook’da hayretler içindeydi: “Her türlü mekanik güce yabancı olan bu adalıların, nasıl böyle muazzam yapılar dikebildiğini ve daha sonra başları üzerine büyük silindirik taşlar yerleştirebildiğini aklımız almadı”
Şili Paskalya Adası ‘Moai’sini kim ve niçin inşa etti?
Çoğu bilim insanı, bazı Polinezyalı göçmenlerin batıdaki bir adadan, belki Markiz Takımadalarından uzun olsa da olanaksız olmayan bir yolculuktan sonra, kıyıya ulaşmış olabileceklerini düşündü. 1940’ların sonunda, Güney Amerika Yerlilerinin Paskalya Adasına yerleştiği ve ‘Moai’yi inşa ettiği teorisini formüle eden Norveçli bilim insanı Thor Heyerdahl’ı ciddiye alan sadece birkaç kişiydi. Heyerdahl, haklılığını kanıtlamak amacıyla, ilkel bir sal yapıp, kendisi Pasifik’i geçmeye karar verdi.
Heyerdahl, teorisini ilk önce Paskalya Adası halkı ile Peru’da yaşamış olan antik İnkaların efsaneleri arasında bazı benzerlikler yakaladıktan sonra oluşturmuştu. Paskalya Adası halkı, kendi soylarının kurucusu olarak Beyaz Baş Tanrı Tiki’ye taparken, İnkalar uzak atalarının Peru’dan Pasifik’e yaydıkları Beyaz Baş Tanrı, Kon-Tiki’den söz ediyorlardı.
Heyerdahl, adayı on sekizinci yüzyılda ziyaret eden ilk Avrupalıların, normalde bronz tenli Polinezyalılardan ayırt edilebilen bazı beyaz adalıların gizemli varlığı karşısında şoke olduklarını anımsamıştı. Tiki ve Kon-Tiki aynı tanrı ve Paskalya Adasının beyaz yerlileri de onun torunları olmalıydı.
Adayla ilgili diğer söylencelerin Heyerdahl’ın teorisini güçlendirdiği görülüyordu. Adalılar kulaklarını delen ve yapay olarak uzayıncaya kadar kulak memelerine ağırlıklar takan “Uzun Kulaklı” bir soydan söz ediyordu. Söylenceye bakılırsa, uzun kulaklılar adayı Kısa Kulaklılar tarafından rahatsız edilip kovuluncaya kadar yönetmişlerdi. ‘Moai’ neredeyse omuzlarına kadar sarkan uzun kulaklara sahip olduğundan, kuşkusuz Heyerdahl, heykellerin uzun kulaklılar tarafından yapıldığını düşündü. Peki bu uzun kulaklılar nereden gelmiş olabilirlerdi? Adalıların söylenceleri hiç kuşkuya yer bırakmıyordu: Arada sadece okyanusun ve Güney Amerika’nın bulunduğu doğuya uzanıyordu.
Eğer uzun kulaklılar ve Tiki ya da Kon-Tiki, Pasifik’i balsa kerestesinden yapılan bu salla aştıysa, Heyerdahl kendisinin ile bunu başarabileceğini düşündü. Böylece Ekvator ormanlarına kapağı attı. Orada ekibiyle birlikte bulabilecekleri en büyük ağaçları kestiler. Sonra, yerli usulü ağaçları kabuklarından ayırdılar ve sıradan kenevir halatlarıyla dokuz kütüğü birbirine bağladılar, hiçbir biçimde çivi ya da metal kullanmadılar. Salın üstüne açık bir bambu kabin, iki direk ve kare yelken eklediler.
Ekip tekneyi suya indirme töreninde pruvada bir Hindistan cevizi parçaladı ve tekneye törenle Kon-Tiki adını verdiler. 1947 Nisanında, Heyerdahl beş kişilik mürettebat ve bir papağan ile birlikte, Peru sahilinden okyanusa yelken açtı.
Heyerdahl yolculuğu, Moby Dick ile boy ölçüşebilecek bir deniz macerasıydı. Ellerinde sadece zıpkınlar olan mürettebat, salın altına girdiğinde başı bu tarafta, kuyruğu diğer tarafta kalan dev gibi bu köpek balığıyla boğuştu. İçme suyu iki ayda tuzlandı ama yağmurlar su stokunu yeniledi. Kahvaltı çoğu kez palamut ve gece boyunca güverteye düşen uçan balıktan oluşuyordu.
Okyanus hırçın dalgaları ve alize rüzgarları, salı iyice batıya, gerçekte Paskalya Adası’nın epey uzağına sürüklemişti. Denizde geçen 101 günden sonra, sal Tahiti’nin doğusunda ıssız bir Güney Denizi adasında kazaya uğramıştı. Altı kişi de kurtulmuş, ancak papağan büyük bir dalgaya kapılarak sürüklenmişti.
Heyerdahl bayram ediyordu; Kon-Tiki seferi basit bit salla Pasifik’in aşılabileceğini kanıtlamıştı. Ama sadece bir şeyin olabileceği, onun olduğu anlamına gelmezdi. Heyerdahl’ın Güney Amerikalıların Paskalya Adası’na yerleştiğini kanıtlamak için, daha fazla şeye ihtiyacı vardı.
1955′de Heyerdahl, bu kez bir balıkçı gemisinden bozma teknesi ve profesyonel bilim adamlarından oluşan yeni mürettebatıyla Paskalya Adası’na gitmek için tekrar yollara düştü. Ne gariptir ki, en sonunda Heyerdahl’ın teorisini büyük ölçüde çürüten kişiler, onun kanatları altına ilk giren bilim insanları ve onları izleyenlerdi.
Bir kere, radyo-karbon tarihleme yöntemine göre, adaya ilk yerleşim 5. yüzyılda gerçekleşmiş, oysa en eski ‘Moai’ 900 ile 1000 yılları arasında yapılmıştı. Heyerdahl’ın adalıların ataları olduğuna inandığı Peru ve Bolivya dağlarında yerleşik Tiauhuanaco Kültürü, yaklaşık 1000 yılına kadar etkisini Güney Amerika sahillerine yaymamıştı. Bu Güney Amerikalılar nasıl olur da henüz dağları aşmadan okyanusu geçebilirlerdi? Ayrıca, araştırma gezisinde, Paskalya Adası’nda Peru kültürünün en tipik iki ürününün, çömlekçilik ve tekstilin hiçbir izine rastlamamıştı. Tersine, arkeologlar Güney Amerika’ya çok daha yakın Pasifik takımadaları olan Galapagos’ta, en azından bir kısmı açıkça İnka-öncesi Güney Amerikalılar tarafından yapılanlarla aynı türden çok sayıda kap bulmuşlardı.
Diğer bilimsel alanlardaki araştırmalar Heyerdahl’ı daha da köşeye sıkıştırdı. Botanistler, adanın totora kamışlarının Peru’da bulunanlardan farklı olduğu sonucuna varmışlardı. Heyerdahl’ın savunduğu Güney Amerika bağlantısı için, temel aldığı adadaki tatlı patatesler de Polinezya’da bir yerlerden gelmiş olabilirdi.
Dilbilimsel çözümlemeler de batıya işaret ediyordu. Adalıların kullandığı birçok sözcük, Polinezya’daki özdeş sözcüklere yakın görünüyordu ve uyuşmazlıklar rahatlıkla uzun tecrit yıllarına bağlanabilirdi. Adanın “Rongorongo” yazıtı da Perulularınkinden çok, Polinezya yazısı ile ortak özelliklere sahipti.
İskeletlerin incelenmesi de adalıların Güney Amerikalılardan çok, Güneydoğu Asyalılarla ortak özellikleri olduğunu gösterdi. Çoğu bilim insanı, ilk Avrupalı ziyaretçilerin beyaz tenli insanlara ilişkin tanımlamalarının abartılmış olabileceği sonucuna vardı. En başta, Paskalya adalılarıyla ilgili ilk anlatımların sadece birkaçı bu beyazlardan söz ediyordu. Başkalarına gelince; örneğin, ünlü kaşif Kaptan Cook, “Renk, özellikleri ve dil bakımından, daha batıda kalan adaların halkına o kadar benziyorlar ki, onların aynı köklere sahip olduğundan hiç kimse kuşkulanamaz” diye yazmıştı.
Şu eski Tiki ve Kon-Tiki Masallarına gelince, çoğu bilim insanına göre bunlar söylencelerden başka bir şey değildi. Paul Bahn’ın sözleriyle, bu yavan hikayeleri yutmak için “büyücek bir tutam deniz tuzu” gerekirdi. Bahn, Heyerdahl’ı söylenceleri ayıklayarak kullandığı için eleştirmişti. Ancak böyle bir ayıklama, diğer anlatılanları (örneğin, adanın ilk kralı Hotu Matua’nın, Hiva diye bir adadan geldiğini) göz ardı ederken, teorisini destekleyenlere ağırlık vermesini sağlıyordu. Hiva, Paskalya Adası’nın iki bin yüz mil kuzeybatısında, Markiz Takımadaları‘nda herkesin bildiği bir addır.
Dramatik Kon-Tiki macerası bile, bilimin titiz sorgulamasından kaçamamıştı. Bazıları İnka-öncesi yerlilerin yelken değil, kürek kullandığını ve Peru’nun çöl kıyılarında sal ya da kano yapımı için, gereken türden hiçbir hafif kereste bulunamayacağını öne sürdüler. Ayrıca Kon-Tiki’nin kıyıdan elli deniz mili açıkta yedekte çekilmesi, Heyerdahl’ı Polinezya yakınlarında bir yere değil, Panama yakınlarında bir yere sürükleyebilecek akıntılardan kurtulmak içindi.
Heyerdahl’ın 1955-1956 keşif seferi ile başlayan bilimsel çözümlemeler furyası, Paskalya Adası’na ilk yerleşenlerin Polinezyalılar olduğu konusunda güçlü bir uzlaşıyla sonuçlandı. Güney Amerika Yerlilerinin tersine, önemli bir denizcilik deneyimine sahip olan Polinezyalılar, Havai ve Yeni Zelanda gibi adalarda koloniler kurmuşlardı. Bazı bilim insanları, (Şili’de bulunan bazı Doğu Paskalya Adası üslubu mızrak başları gibi) Güney Amerika ve Polinezya kültürlerinin iç içe geçtiğini gösteren her türlü kanıtın. Yeni Dünya’ya ayak bastıktan sonra, yurtlarına dönmüş olabilecek Polinezyalı denizcilere bağlanabileceğini iddia edecek kadar ileri gitmişlerdi.
Bunlar, kaşiflerin doğuya değil, batıya yelken açtığını savunmaya devam eden Heyerdahl’ı pek ikna edememişti. Tarih yazımı dalgasına direnmeyi sürdürmüş, adaları tekrar ziyaret etmiş ve ona kulak verenlerin sayısı giderek azalmasına rağmen, tezlerini savunmuştu.
Ne var ki, bu onun başarılarını küçültmez. Paskalya Adası’na ilk bilimsel keşif gezisini düzenleyen ve kendisine eşlik eden bilim insanlarına, kendi araştırmalarını önyargılardan uzak bir şekilde sürdürmelerini sağlayan Heyerdahl’dı. Ayrıca diğer araştırmacıları oraya çeken ve ‘moai’ yontucularını araştırmayı sürdürmelerinin esin kaynağı Heyerdahl’ın ünlü keşif gezileriydi.
Paskalya Adası’na ilk önce Polinezyalıların yerleştiğine ilişkin görüş üzerinde uzlaşılması, en azından dev heykellere kısmi bir açıklama getiriyor. Atalara tapınma tüm Polinezya’da yaygındı, dolayısıyla ‘moai’ adalı kabileler ya da ailelerin ölülerini yüceltmek amacıyla diktikleri bir çeşit anıt olabilir. En büyük ‘moai’nin tepesine yerleştirilen kırmızı taş bloklar, Markiz Takımadalarında yas işareti olarak, bir ölü imgesinin üzerine taş koyma gelenekinden gelmiş olabilir.
Bununla birlikte, bu ‘moai’ konusunda Cook’un kısa ziyareti sırasında, gözüne çarpan bir başka gizem var. Birçok heykel platformlarından devrilmişti ve bazılarının kafaları açıkça bilinçli olarak koparılmış durumdaydı. Moai’leri için bu kadar olağanüstü bir çaba harcamış olan bir halk, neden onları devirmiş olabilirdi? Heykellerin sapasağlam durduğu Roggeveen’in, 1772 yılındaki ziyareti ile Cook’un adaya ulaştığı 1784 tarihleri arasında ne olmuştu?
Heyerdahl, Avrupalılardan önce gelip, ilk Güney Amerikalı yerleşimcilerle savaşa tutuştuklarını söylediği Polinezyalı göçmenleri suçluyordu. Adayı yöneten ‘uzun-kulaklılar’a karşı, “kısa-kulaklılar”ın ayaklanmasını anlatan ada söylencelerine tekrar başvuruyordu. Yeni kurgusuna göre, belki de kısa kulaklılar, hem uzun kulaklıları, hem de onların heykellerini devirmiş olabilirlerdi.
Gerçi arkeolojik kanıtların yokluğu, Heyerdahl’ın teorisini bir kez daha köşeye sıkıştırmıştı. Paskalya Adası tarihinin bu kesitinde ya da aynı şekilde diğer kesitlerinde, yeni kültürel etkilerin aniden araya girdiğine dair hiçbir mimari ya da el sanatlarına ait bir iz yoktu.
Arkeologların, Avrupalıların adayı keşfinden önceki döneme tarihlendirilen çok sayıda mızrak başı ve hançer bulmuş olmaları, birçoğunu savaşın ‘moai’nin ve onlara tapan kültürün devrilmesinde bir rol oynamış olabileceği sonucuna varmasına yol açtı. “Kuş Adamlar” döneminin kaya sanatının ortaya çıkışı, aynı zamanda atalara tapınmanın yerini almış olabilecek yeni bir kültün de göstergesiymiş gibi görünüyor.
Çoğu araştırmacı ekolojik bir krizin adalıları görülmedik ölçüde azalan kaynaklar için savaşmaya ittiğine inanıyor. Adanın nüfusu ya da ormanların yok oluşu, en büyük ‘moai’nin dikildiği on altıncı yüzyılda artık ciddi sorunlar haline gelmişti. Bazı arkeologlar, umutları iyice tükenen ada halkının tanrıların yardımını istemek amacıyla, çok sayıda heykel dikme yolunu seçtiğini öne sürmüşlerdi. Ataları yardımlarını esirgeyince, adalılar onlara inançlarını yitirmiş ve öfkeyle heykelleri devirmiş olmalıydılar.
Adalıların ataları ya da tanrıları yerine, elbette kısa süre içinde müdahaleye gelenler Avrupalılar oldu. On dokuzuncu yüzyıla kadar, Avrupalı sömürgeci misyonerler ve köle tüccarları, Paskalya Adası’nın zengin mirası, özgün kültürü ve dininden kalan her şeyin kökünü hemen hemen kazımıştı. Aynı zamanda, talan ve sömürgeci korsan Avrupalılar ve Amerikalılar, gecikmeyle de olsa; Paskalya Adası’nın özgün kültürünü koruma çabaları nedeniyle, Şili halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımı, fazlasıyla övgüyü hak ediyordu. 1960’larda, içlerinde Heyerdahl’ın keşif gezisine katılmış olan bazı bilim insanları, birçok devrilen ‘moai’yi taş platformlarını düzeltip, yeniden yerleştirdiler. Şimdi bu heykeller orada okyanusun hırçın dalgalarıyla konuşarak, huzur içinde duruyorlar…
Basında Paskalya Adası Heykelleri
Şili’deki dünyaca ünlü dev taş heykele araba çarptı. Paskalya Adası’nın meşhur heykellerinden birini kamyonetiyle çarparak tahrip eden Şilili tutuklandı. Moai adı verilen heykellerden birine verilen zarar, heykellerin bakımını yapan ve onları kutsal olarak gören Ma’u Henua topluluğunu öfkelendirdi. Paskalya Belediye Başkanı Pedro Edmunds Paoa, Şili adasındaki bine yakın heykel için daha katı trafik düzenlemelerini de içeren daha iyi koruma tedbirleri alınması çağrısında bulundu.
Öte yandan; UNESCO korumasında bulunan Rapa Nui olarak da bilinen Paskalya Adası, Pasifik Okyanusu’nda en yakın komşularından binlerce kilometre uzakta küçük bir adadır. Orada meydana gelen olaylar onu çevresel bozulmanın ve çöküşün simgesi haline getiriyor. Paskalya Adası genellikle bir metafor, gezegenimizdeki tüm insan yaşamı için korkunç bir uyarı olarak verilir. Kronolojisinin birçok detayı, özellikle de geliş ve tarihleme zamanı ve toplumun çöküşünün nedenleri hararetle tartışıldı, ancak 21. yüzyılda yapılan son bilimsel araştırmalar, bir zaman çizelgesi derlemek için ek bilgiler sağladı.
‘YABANCILAR ADAYI ELE GEÇİRİYOR’ DİYEN BELEDİYE BAŞKANI, YENİ YERLEŞİMCİLERİN TAMAMEN YASAKLANMASINI İSTEDİ
Şili, ‘Moai’ adı verilen anıtsal taş heykelleriyle ünlü Büyük Okyanus’taki (Pasifik) Paskalya Adası’na turistlerin ve adalı olmayanların girişine ve kalış süresine kısıtlama getirdiğini açıkladı. Başkanı Pedro Edmunds “Yabancılar adayı ele geçiriyor” ifadelerini kullandı.
“Yerellerin kendine has özelliklerine zarar veriyorlar. 1000 yıllık bir kültür değişiyor ve bu değişim iyiye doğru değil” diyen Edmunds ‘ana kıtadan gelen göreneklerin’ adaya sızdığını ve bu sızıntının ‘olumsuz’ olduğunu ifade etti.
Sınırlama uygulamasını yeterli bulmayan ve bunu sadece ‘iyi bir başlangıç’ olarak niteleyen Belediye Başkanı Edmunds ” Bu kurallara katılmıyorum çünkü bunlar yeterli değil. Adadakilerin arzularını karşılamıyor” diye konuştu. Edmunds ‘Rapa Nui halkının çoğunluğu gibi yeni yerleşimcilerin adaya gelişlerinin tamamen yasaklamasını’ istediğini söyledi.
Şili’den Antarktika’ya yolculuk…
Güney Yerküremizin en güney uç noktasına, Antarktika Kıtası’na deniz yoluyla gitmek için, Şili Fiyordları merkezi olan Punta Arenas Limanı’ndan, MS Mitnatsol adlı gemi ile Macellan Boğazı ve Lemaire Kanalını geçtikten sonra, 4 gün süren gemi yolculuğu ardından, Wilhelmina Koyu ve NASA üssünde çalışan bazın ülkelerin araştırmacılarından bilgi edinebilirsiniz. Buzullar ülkesi Antarktika’da (-40 derecede); ekolojik denge bozukluğu, iklim değişikliği ve insan kaynaklı çevre felaketleri nedeniyle, gittikçe eriyen buzul dağları yanı sıra; balina, fil ayı balıkları, yunus balıkları ve penguenler ülkesi Antarktika’ya ulaşabilirsiniz…
Öte yandan; Latin Amerika’nın özgürlük simgesi olan Simon Bolivar aydınlığında yürüyen, Şili halkının bağımsızlık ve özgürlük direnişi sürüyor. Tarih boyunca, binlerce yıllık yerel kültürleri ve o toprakların gerçek sahibi mazlum halkları yok eden; Kuzey Amerikalı Yankilerin ve Korsan-Misyoner-Coğrafyacı-Kaşif kılıklı, vahşi Avrupalıların; Latin Amerika Kıtasında yaşayan yerli halkların, zengin kültürel miraslarını yağmalama girişimleri, tarihin her döneminde sürmüştür. Yeni sömürgecilik oyunları ve vahşi kapitalist yağmacılık adımları, terör ve savaşlar devam ediyor… And Dağları yüksek yaylalarında var olan İnka, Astek ve Mapuçe kültürünün yaşatıldığı Şili, maceracı ve meraklı gezginleri bekliyor… Bir Güney Amerika ülkesi olan Şili Cumhuriyeti topraklarında bulunan bu gizemli taş yontular, ışık-gölgenin dansına, sırdaş şiirlere, sevda öykülerine esin kaynağı olmaktalar…
Dünyaca ünlü (Nazım Hikmet’in yakın dostu), aşkın ve özgürlüğün şairi Pablo Neruda ve Şili özgürlük ve emek savaşçısı, insan hakları savunucusu, büyük devlet adamı Salvador Allende’nin vatanı, destansı şiirin-pardon Şili’nin; Şili Kızılderililerin zengin kültürel mirası ve alternatif turizm potansiyel merkezi olan, Pasifik Okyanusu’nda bulunan Paskalya Adası ve bu adanın gizemli (uzun kulaklı) dev taş heykelleri (10 m), yeni konuklarını çağırıyor… 21 gün (3 hafta) süren Latin Amerika ve Şili gezimizde, farklı rotalar bizi bekliyor…
Dünyanın 99 haline tanıklık eden yoleri gezgin derviş, modern seyyah rehberliğinde; merak edilen, keşfedilmeyi, tanıtılmayı ve belgelenmeyi bekleyen, farklı kültürler ve coğrafyalar için yollardayım, yeniden… Yolunuz ve bahtınız açık olsun canlar…
Şilili, bir dünya şairi olan PABLO NERUDA’dan, Nazım için ağıt:
“Nazım’a Bir Güz Çelengi”
“Neden öldün Nâzım?
Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi?
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi
bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözü pek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta.
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa.
Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan…
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz.
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen
yüzünden yoksun dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde.
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için!
Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.”
Kaynak: www.dursunozden.com.tr