İstanbul Prens Adaları
Dursun ÖZDEN (Travel Writer)
Prens Adaları 5 adet mi? Kınalı Ada, Burgaz Ada, Heybeli Ada, Büyük Ada ve Sedef Adası olarak bilinmektedir. Oysa, Yassı Ada (İmralı), Tavşan Adası ve Sivri Ada’yı da görmek gerekli.
İstanbul Beşiktaş, Kabataş, Karaköy, Sirkeci, Kadıköy, Bostancı, Kartal’dan düzenli olarak yolcu vapurları ve tekneler ile Prens Adalarına düzenli olarak seferler yapılmaktadır. İstanbul Kart ile ve ücretli olarak adalara gidip gelmek çok kolay. Sabah erken saatlerde başlayan vapur seferleri akşam 21.00’e dek karşılıklı olarak sürmektedir.
Prens Adaları’nın bilinmeyen yönleri ve saklı edebiyat tarihi, adaları ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Adalarda Güneş-deniz-kum turizmi yanı sıra; temiz doğası, yeşil alanları, mesire ve dinlence yerleri, cami-cemevi-kilise türü inanç turizmi olanakları ve doğal hayat-kültür-sanat etkinlikleri ile de cazibe merkezi özelliğini bulunduruyor. Her ne kadar İstanbul Prens Adaları kapsamına girmesede; Yassı Ada (İmralı) ile ilgili şu bilinen detayı da yazmakta yarar vardır diye düşündüm. 1960 yılı askeri darbesi ardından, zamanın Başbakanı Adnan Menderes ve üç bakanın yargılanıp idam edildili ve aralarında Onuncu Yıl Marşı’nı ve Han Duvarları şiirini yazan şair Faruk Nafiz Çamlıbel gibi pek çok insanın mahpus yattığı Yassı Ada (İmralı); epey bir zamandır ise; PKK lideri Abdullah Öcalan’ı konuk ediyor. Bir söylentiye göre; şu anda insanların giriş-çıkış yasağı ve turizme kapalı olan İmralı Adası’nın, lüks bir otele dönüşeceği iddiası da bulunmaktadır.
Burgaz Ada’da her yıl Nisan ayında yazarın yaşadığı konakta yapılan Sait Faik Abasıyanık Öykü etkinliklerine yerli yabancı yazarlar, şairler ve edebiyat dostları gelmektedir. Hüseyin Rahmi Gürpınar Müze Evi yanı sıra; İsmet İnönü Müze Evi de görmeye değer. Heybeli Ada!da bulunan İnönü Müze Evi’nin görevli rehberi Aynur Akbıyık’ın heyecanlı, soluksuz ve şiirsel bir söylemle anlattığı ve tanıttığı objeler, bilgi ve belgeler, araştırmacılar ve meraklılar için, tam bir kaynaktır. Aynur hanımın konukseverliği ise, sizin Adaya yeniden gelmeniz için anlamlıdır. Atatürk, İnönü ve Kurtuluştan Kuruluşa giden Milli Mücadele dönemi yanı sıra; Cumhuriyet Devrimlerine tanıklık eden fotoğrafları, ev eşyalarını, giysileri, mutfak ve yatak odası takımlarını ve en önemlisi de çalışma odasındaki belgeleri de görmek mümkün bu müzede…
Burgaz Adası Dervişleri
Adalar Vapuru Burgaz Ada iskelesine yanaştıktan sonra, önce inenler ve yükler, sonra da binenler bir telaşla koşuşlar. Aslında adanın yerleleri; adada sürekli yaşayanlar birbirini tanımaktalar. Benim bibi ayda-yılda bir gelenlerin bakışlarınında ve yürüyüşlerinden anlamaktalar. Vapurdan inip, on – on beş adım atmadan sağda, küçük ama derli toplu, çevresi yemiz bir büfe dikkatimi çekti. Burgaz Ada’sının tek gazete bayisi, dergi, kitap ve hediyelik eşya satış noktası. Gazete aldım ve para verecek birini bulamadım. Oradan geçen bir yerli adam “aldığınız gazetenin parasını kutuya bırakın, gidebilirsiniz” dedi. Şaşırdım. Ben de öyle yaptım. Sonra bu küçük kitabevi ve gazete satış yerini merakla izlemek istedim. Karşısındaki pastaneye oturtum, bu sahipsiz büfeye gelene gidene bakmaya başladım. Yoldan geçenler; gazete, kitap ya da gereksinimi olanları alıyor ve parasını da oradaki kutuya bırakıyor.. Elbette, bu temiz ve imrenilecek alış veriş ilişkisini bozan tilkilerde olmakta… Ama bu büfeyi işleten adamı, sevgisini sebil eyleyen dervişi merak etmeye başladım. Burgaz Adası’nın sevilen 40 yıllık Kastamonulu pastacısı, konuksever ve bir ada dostu olan Bahri Ergün ile çay sohbeti yaparken, bu büfe işini konuşmaya başladık. Benim merakımı anlamıştı: “Biraz sonra karşıki büfenin sahibi Aksakal Bilge Derviş gelir” demeye kalmadı. Şapkalı ve yarım sakallı gülümseyerek gelen adam, selam verdi ve yanımıza çömeldi. “Sait Faik amca ile tavla oynamadan geliyorum…” diyerek selamlaşan, Yunus Emre gibi “sevgisini sebil eyleyen” bir derviş ve Karacaoğlan gibi “yarin göğsüne sülüm (merdiven) dayayan” bir şair, yazar, mizah ustası, sazı sözü harmanlayıp, hasata duran, şelpe ve bağlamayı tavana asan, pek çok müzik aletinin sesini çıkaran TA ile sevişen bir Ada dostuyla karşı karşıyayım. Sazlı-sözlü edebiyatın ve sanatın harman olduğu bir ozan ile hasret gideriyorum. Aşık Mahsuni Şerif’in el verdiği Muzaffer Özdemir’in büfesine uğramadan ve kendisinden imzalı kitap almadan Burgaz Adası’ndan ayrılmayınız…
Bir zamanlar Adaların en nostaljik özelliği olarak anlatılan görüntü şu idi: Atlı yaylı faytonlarla yapılan gezi turları ve ada içi ulaşımdı. Artık bu nostalji ve kirlilikte yok. Bunun yerine ada içi ulaşımda ve gezintilerde: Bisikliet, motobisiklet, üç tekerlekli taşıma araçları, küçük yolcu taşıyıcılar ve özellikle Büyükada da otobüslerle yolcu yaşınmaktadır. İstanbulkart geçerlidir deselerde, ek para alınmaktadır. Adalara bilindiği gibi motor, vapur ve feribotlarla ulaşım ve taşımacılık yapılmaktadır.
Adalar Belediyesi hizmetlerinden; yerleşik halk ve geçici gelen konukların memnun olduklarını söyleyebilirim. Konukların tüm merakları, adanın alternatif kültür ve doğa turizm potansiyel zenginliğine tanık olmanın tam zamanı… Yurt dışından, Anadolu’dan ya da İstanbul anakaralarda yaşayıpta, hala Prens Adalarını görmeyenlere çok üzülmekteyim.
İstanbul’un Prens Adalarını gezerken; Anadolu coğrafyasını arşınlayan ve dünyanın 99 haline tanıklık eden, bendeniz belgeselci gezgin şair olarak, size rehberlik ederken; gezip gördüğünüz yerler ile ilgili olarak, bazı detayları, kamera arkasını ve sizde merak uyandıracak saklı bilgileri vermek isterim. Hayatı keşfetmek ve belgelemek için, bu küçük ayrıntılar önemlidir diye düşünmekteyim… Bu nedenle, Lev Troçki, Aya Yorgi ve Büyükada dosyasını özetledim…
Büyük Adalı Lev Troçki
Sinema ve Öykü Yazarı Onat Kutlar abi, beyaz martıların eşlik ettiği temiz bir Nisan sabahı; 1970’li yıllarda Sinematek Derneği merdivenlerinden çıkıp, bir zamanlar Prens Adalarında yaşamış olan; 1917 Sovyet Devrimi’nin Lenin’den sonraki iki numaralı önderi olan Lev Troçki’nin Stalin zulmünden kaçıp, 12 Şubat 1929’da; “Sayın başkan, sınırı kaçak geçtim, hayatım tehlikede, lütfen beni kabul ediniz…” diye yazdığı ve Atatürk’e gönderdiği telgraf sonunda, Atatürk’ün izni ile Türkiye’ye sığınması ardından, önce İstiklal Caddesi’nde bulunan Tokatlıyan Oteli’nde, İstiklal Caddesi’ne bakan 70 numaralı odada, karısı Nathalie ile birlikte kaldı ve ardından da Atatürk’ün emri üzerine, zamanın İstanbul Valisi Üstündağ Bey’in girişimi ile önce Şişli Bomanti’de bir eve taşındı. Ardından da 1929 Mayıs ayı sonunda Büyük Ada iskelesine yakın yerdeki Arap İzzet (Hulo) Paşa Yalısına taşındı. Eski evlerinde yangın çıkınca, Yanaros Köşkü’ne taşındı. Türkçe bilmeyen ama kendini Rum olarak tanıtan Troçki, burada yabancı gazetelere yazılar yazıp gönderiyor ve kitap yazmaya başlıyor. Kendine bir de tekne alan Troçki, Büyük Ada’da yaşayan Rum balıkçı Haralambos ile balık avına çıkmaya başladı. Zaman zaman da koruması Bilal Ertürk ile birlikte Kartal’a geçer, oradan da Yakacık, Aydos Dağı, Samandıra ve Şile ormanına ava çıkardı.
Troçki ve eşi Nathalie; 14 Kasım 1932 Pazartesi günü, Tophane açıklarında bulunan bir vapura binerek, Yunanistan Pire Limanı ardından, Adriya Vapuru ile Danimarka’ya gitti. İstanbul Emniyetinin düzenlediği Leon Sedov Efendi pasaportu ile Fransa’ya gitti. İstanbul Emniyeti Troçki’yi, Türkiye’de kaldığı sürece; KGB ve başka tehlikelerden korumuştur. Bu. gerçek; Troçki anılarında yer almaktadır. iki yıl burada kaldı ve sınır dışı edildi. Lev Troçki; 9 Ocak 1937’de Meksika’ya sığındı ve bir iddiaya göre, üç yıl sonra KGB ilişkili solcu bir İspanyol tarafından öldürüldü. 21 Ağustos 1940’da ölene dek, ünlü Meksikalı Sosyalist Ressam Diego Rivera ve eşi ressam Frida Kahlo’nun evinde yaşamıştır.
Ve Sovyet Devrimi’nin iki numaralı ismi ve 1920 Anadolu Milli Mücadele sırasında; Mustafa Kemal Paşa ve Anadolu Kuvayı Milliye Direnişlerini büyük destek sağlayan V. İ. Ulyanov Lenin’in yakın yoldaşı olan Lev Troçki, ölürken son sözü şu oldu: “Keşke buralara gelmeseydim. Türkiye’de, Büyük Ada’da daha güvendeydim. Burjuva basınına iyi malzeme olduk…” demişti. Adada yaşayan, (eski) Milliye Gazetesi’nden tefrika romanı yazarı değerli dostum Önay Yılmaz’ın “Heybeliada Cinayetleri, Nazilerle Beş Yıl, Troçki” üzerine yazdığı kitabı ve başka eserlerini okumanızı ısrarla öneriyorum. Prens Adalarında dinlenmenin, eğlenmenin ve faydalı zaman geçirmenin tek ve en önemli yolu kitap okumaktır. Televizyondaki palavralarla beyninizi kirletmeyiniz diye düşünüyorum, yeniden…
Lev Troçki’nin evi, Öykü yazarı Sait Faik ve Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar evlerini gezmeye giderken, Adalar vapurunda bir Beyoğlu beyefendisi olan Mustafa Göçmen, Cumhuriyet Dış Politika Yazarı Hüseyin Baş ve fotoğraf sanatçısı – işadamı Şakir Eczacıbaşı’na; “İshak kuşu kanatlarında, İstanbul’da sinema bir şenliktir ve bahar isyancıdır…” demişti.
Heybeliada – Aya Yorgi Manastırı (Uçurum Manastırı)
Bir yeryüzü cenneti olan İstanbul’un mutlaka gezilip görülmesi gerekli yerlerin başında olan Prens Adalarını gezmeye gelen yerli ve yabancı turistlerin merakla ziyaret ettiklerin yerlerden biri olan Aya Yorgi Manastırı; Heybeliada’nın güney sahilinde (Büyükada’ya bakan yamaçta), Deniz Lisesi Ordu Evi’nin hemen ötesinde bulunan pembe renkli bir komplekstir.
Ruhban Okulu ve Eski Verem Hastanesi (Sanatoryum) bölgesindeki mesire alanları ve duvarları gökkuşağına bürünmüş ahşap evlerin ve konakların bulunduğu sokaklardan geçerken, farklı bir cennette yolculuk hissine kapılacaksınız… Bu sokak ve ormanlık alanlardaki gezilerinize kedi ve kumru dostlarınız size rehberlik edecektir…
Bu nedenle İstanbul’un prensleri bu adaları yaşam alanı seçmişler…
Bu nedenle Adalar görülmeye değer…
Manastırın adında geçen “Tou Kremnou” ya da “Uçurumdaki” unvanı ile tanınan yapının denize bakan bir uçuruma kurulmuş olmasından kaynaklanır. Mavi Marmara’nın üzerinde, manastırın büyüleyici binalarını kuşatan çamlar, serviler ve tarihi Ada evlerini süsleyen gökkuşağı şölenini andıran renkli ağaçlar ve çiçekler yanı sıra; başka başka bitki örtüleri ve ağaçlarla dolu ortam oldukça güzeldir. Kapı ve pencereleri mavi boyalı, beyaz badanalı ve Horasan tuğla-kiremitle kaplı eski Ada evleri; Ege Denizi kıyılarını ya da adalarını hatırlatan bir manzarayla karşılaşırsınız burada…
Heybeli Ada Manastırı’nn, 1583-93 arasında inşa edildiği düşünülmektedir. Rahip John Covel Manastırı 1677’de ziyaret etmiştir. Aynı yılın 26 Şubat’ında yazdığı günlük yazısında şöyle der: “Burada bir başka manastır daha var, Vaftizci Yahya’ya adanmış. Yapının büyük kısmı yok edilmiş ve Kadıköy Metropoliti’ne bağlanmış. Burada da kitaplar var; ancak aynı şeyler üzerine yazılmış olduklarına kanaat getirerek bunları görmek zahmetine girmedim.” Adayı 1739’da ziyaret eden İngiliz istihbaratçı gezgin Richard Pococke de, İstanbul’dan gelen Rumların veba salgını sırasında Aziz George Manastırı’na sığındıklarını kaydeder.
Piskopos Ioannikos (1761-3), Patrikhane’deki görevi sona erdikten sonra emekli olarak Aziz George Manastırına gelmiştir. Duvara yerleştirilmiş bir kitabeye göre, Ioannikos buraya daha önceden, babası Georgios Karatzas’ın hatırasına adadığı bir katholikon inşa ettirmişti. Ioannikis, ayrıca Kutsal Kudüs Kabiri’ne adanmış bir “Karşılıklı öğretim okulu” kurdu. Böylece manastır, bugün de olduğu gibi Kudüs Patrikhanesi’nin bir metochionu haline geldi.
Katholikon, 1882’de çıkan bir yangın sonucu hasar gördü; yangın, eski ahşap iconostasis’i ve tüm ikonalarını, ayrıca ayin mobilyalarını da yok etti. Kilisede şimdi görülen ikonaların çoğu modern Rus eserleridir. Tarihi eskiye dayanan tek dikkate değer ikona narthex’tedir. Bu, kimliği bilinmeyen bir keşiş tarafından, 1764’te yapılmış ve narthexe gömülmüş olan piskopos Ioannikis’e ithaf edilmiş bir Aziz George ikonasıdır.
Heybeli Ada’da yeşil çam ormanı içinde mazi denizi ve kardeş öteki adaları selamlayan Aya Yorgi Manastırını gezerken, Yunanistan’da Ege Denizi kuzeyinde bulunan Ayan Oros (Atos Dağı) Manastırları aklıma geldi. Hiç bir kadın ve dişi canlının yaşamasına izin verilmeyen “Erkekler Cumhuriyeti”ni ziyaret ettiğimdeki Ortadoks keşişlerin ilginç yaşamlarına tanık olmuştum. Özellikle İstanbul’u temsililen yapılan Lavra Manastırı içindeki ayini, şarap mahzenleri, tablo ve duvar resimlerini asla unutamadım…
Adalar Belediyesi’nin korumasında olan manastır, müze, tarihi ve kültürel mekanlar, her gün 9.00-17.00 arası ziyarete açıktır.
Genel Bilgiler
Adalar, tarih boyunca çeşitli kaynaklarda ve dönemlerde çeşitli adlarla anılmıştır. Bunların en yaygını Batı kaynaklarının kullandığı “Prens Adaları” ya da “Prensler Adaları”dır. Bu ad adalara, Bizans döneminde soyluların, prenslerin, patriklerin hatta imparatorların sürgün yeri olarak kullanıldıkları; kimi kaynaklara göre de, Bizans İmparatoru II. Justinus 567’de Büyükada’da görkemli bir saray ve manastır yaptırdığı için verilmiştir. Antik dönemde adalara Dimonisi veya Demonisi (Cin Adaları) denmiş, Aristoteles “Demonisi”nin Heybeliada’da ilk kez bakır madeni işleten birinin adı olduğunu ve adaların giderek onun adıyla anıldığını ileri sürmüş, kendisi ise Halkedon (Kadıköy) Adaları demiştir. Yunan filozof Artemidoros, Pitiusa (Çamlı), Romalı tabiat bilgini Plinius, Propontidas (Marmara Adaları) derken Bizanslılar burada yaşayan keşişlerden dolayı Papadonisia (Papaz Adaları, Keşiş Adaları) demişler; tarihçi Hammer, Les İles des Saint (Evliya Adaları), Thomas Allom Demonesca, Türkler, topraklarının renginden dolayı Kızıl Adalar diye adlandırmışlardır.[6]
İklim ve Bitki Örtüsü
Adaların iklimi ana çizgileriyle İstanbul kentinin aynıdır. Ancak konumları nedeniyle bazı özellikler de gösterir. Sıcaklık birkaç derece daha fazladır. Kışın kar pek az görülür. Yazın da İstanbul’un diğer bölgelerine oranla daha az yağış alır. Sise az rastlanır ve çabuk dağılır. Sonbahar, genellikle ilkbahardan daha sıcak geçer. İlkbahar aylarının özellikleri birkaç hafta içinde sona erer ve yaza geçilir. Rüzgâr rejimi de genelde İstanbul’un aynıdır, ama adaların konumları bu rüzgârların etkilerini yumuşatır. Karşı kıyıda bulunan Aydos, Kayış Dağı, Alemdağı, Küçük ve Büyük Çamlıca tepeleri, Kınalıada hariç diğer adaları poyraz rüzgârından korur. Kışın daha çok Karayel eser. Batı rüzgârı mayıs ayından itibaren aralıklarla esmeye başlar. Batı-karayel adalar çevresinde fırtınalara yol açan en tehlikeli rüzgârlardır. Sonbahar, kış ve ilkbahar aylarında zaman zaman esen lodos, adaları ısıtır. Sıcak mevsimlerde ise, yerel bir rüzgâr olan meltem havayı serinletir. Bu iklim ve rüzgâr özellikleri adaları sevilen bir yazlık ve dinlenme yeri yapar.
Adalar zengin ve çeşitli bir bitki örtüsünü sahiptir. Makiler ve çamlar hakim doğal örtüyü oluşturur. Akdeniz ikliminin tipik bitkisi olan makiler, ilkbaharda birden rengarenk çiçeklenir ve hoş kokular yayar. Taşmeşesi, süpürge çalısı, sakız, kocayemiş, katırtırnağı, mersin, bodur ardıç, laden ayrıca yabani zeytin, kekik, lavanta, adaçayı, zakkum sık rastlanan türlerdendir. Adalar deyince hemen akla gelen çamlar, makilerden sonra en yaygın bitki ve ağaç türüdür. En çok Heybeliada’da görülen çamlar, kızılçam da denilen “Pinus Brutia“lar grubundadır. Büyükada’nın kuzey kesimlerinde fıstık çamları, manastır ve mezarlıklar çevresinde serviler, yollarda akasyalar, ıhlamurlar, bahçelerde çeşitli süs ve meyve ağaçları bulunur. Adaların karakteristik bitkilerinden biri de mimozadır. Mimozalar yanında, adaların gülleri, şebboyları, petunyaları, lale ve sümbülleri, glayörleri, beyaz sarı pompon gülleri, ortanca ve kasımpatıları ünlüdür.
Meskun adalarda av hayvanı kalmadığı gibi artık tavşan da yoktur. Tavşan Adası, Sivriada ve Sedefadası’nda adatavşanı bulunur. Bölge kuş açısından zengindir. Martılar, kargalar, karabatak, ispinoz, serçe, kızılgerdan (narbülbülü), kaya güvercini, sığırcık, saksağan, saka vardır. Av kuşlarından, mevsiminde keklik, bıldırcın, çulluk, yabani kaz görülür. Tarih boyunca balıkçılığın ana uğraş olduğu ünlü adalarda 1950’ler, hele de 1970’lerden sonra balık cinslerinin büyük kısmının nesilleri hızla tükenmiştir.
Helenistik ve Bizans Dönemi
Adalarla ilgili tarihlenebilen ilk olay, Makedonya Kralı Büyük İskender‘in komutanlarından Antigonos‘un oğlu Dimitrios Poliorkites’in MÖ 298’de, o dönemdeki adı Panormos (Emin Liman) olan Burgazada’da babasının adına ve anısına bir kale inşa ettirmesi ve adaya Antigoni adını vermesidir. Burgaz’ın tepesinde, 1860’ta Helenistik döneme ait üzeri Latince yazılı bir mezar taşı bulunmuştur.
1930 yılında adadaki Rum Mezarlığı çevresinde bulunan, Büyük İskender’in babası II. Filip’e ait toplam 207 sikkeden meydana gelen Büyükada definesi; İstanbul Arkeoloji Müzesi koleksiyonuna dahil edilmiştir. Bu define Büyükada tarihinin derinliğini gözler önüne sermesi münasebetiyle Büyükada tarihi açısından önemli bir yere sahiptir.
Adalar, tarih sahnesinin aydınlığına asıl Bizans döneminde ve Bizans kaynaklarıyla girer. Roma İmparatoru Constantinus‘un 330’da İstanbul’u başkent yapmasından sonra adaların hem sürgün yeri hem de manastırlar bölgesi olarak kullanıldığı, ayrıca burada Roma tapınakları bulunduğu, Bizans dönemindeki manastırların bu tapınakların üzerine kurulduğu, bölgeye ait Bizans kaynaklı ilk bilgilerdir. Adaların Bizans tarihinde önem kazanması 567’de İmparator II. Justinus‘un, o dönemlerde Megale (Büyük) denen Büyükada’da bir saray yaptırmasıyla başlar. Adalarda, bu tarihten sonra art arda manastırlar, kiliseler inşa edildi.
Ulaşımı güç, kaçmanın adeta imkânsız olduğu adalar, asıl ünlerini din ve taht kavgalarıyla sarsılan Bizans’ın sürgün ve çile beldeleri olarak kazanmışlardır. Anakaraya yakınlığından ötürü Kınalıada, sürgünlerde en çok tercih edilen yerdi. Özellikle 8. yüzyılda ve sonrasında gözden düşen din adamları, siyasal rakip olarak görülen saray mensupları, prensler, naipler hatta imparator ve imparatoriçeler, çoğunlukla da ağır işkenceler altında, gözlerine mil çekilerek adalara sürgün edilmişler, orada hayat boyu çile doldurmaya ya da ölüme terk edilmişlerdir.
Osmanlı Dönemi
Adaların Osmanlı egemenliğine geçmesi 1453’te II. Mehmed‘in İstanbul kuşatması sırasındadır. Kentin kuşatılmasından bir süre sonra donanma ile adalar önüne gelen Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey, kendiliklerinden teslim olan Kınalıada, Burgazadası ve Heybeliada’yı almış, kale ile çevrili Büyükada da güçlü bir direnişten sonra düşmüş ve adalar İstanbul’dan 42 gün önce fethedilmiştir. Fetihten sonra manastırlar boşaltılmış, adaların Rum halkının çoğu buralardan göçmüş, bölge bir süre canlılığını yitirmiş, daha sonra keşişler yavaş yavaş eski yerlerine dönmüşler; Osmanlı döneminde patrikhaneye adalarda toprak kullanım ve mülkiyet hakları verilmiş ve adalar, eskiden olduğu gibi, manastırların ağırlık taşıdığı köy yapılarını sürdürmüşlerdir.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme adlı yapıtında Büyükada’da iki, Kınalıada’da bir balıkçı köyünün varlığından söz etmektedir.18. yüzyıl sonlarına kadar, savaş ve korsan talanlarına, donanma tayfalarına veya yeniçerilerin zorbalıklarına, devlet müsaderelerine, zorunlu göçlere veya iskana sahne olmuş; yerleşim yapıları sürekli değişmiştir.
Cumhuriyet Dönemi
Lev Troçki‘nin Büyükada’da 1929 ile 1933 yılları arasında yaşadığı evi
İstanbul’un kurtuluşundan sonra Rumların bir bölümü yurtdışına göç ettiğinden, işlettikleri lokantalar, pansiyonlar, dükkânlar kapanmış, adaların yaşamında yokluklar hissedilmiştir. Cumhuriyet’in İlanı‘ndan sonra adalar, Mustafa Kemal Atatürk‘ün ve Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenlerinin gösterdikleri ilgiyle yeniden canlılık kazanmaya başlamıştır. Atatürk 1928 yazından itibaren her yıl Büyükada’daki Yat Kulübü’ne (Anadolu Kulübü) gelerek burada dinlenmiştir. İsmet İnönü de 1924’te rahatsızlığı sırasında dinlenmek için geldiği Heybeliada’da kiraladığı evi daha sonra satın almıştır. Ev, daha sonra İnönü Vakfı tarafından müzeye çevrilmiştir. Aynı dönemlerde Büyükada’da yaşamakta olan ünlü bir sürgün de Ekim Devrimi‘nin önderlerinden olup Stalin döneminde ihanetle suçlanarak 1929’da Rusya’dan çıkarılan Leon Troçki‘dir. Troçki anılarını burada yazmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrasında, adalar, özellikle de Büyükada, azınlıkların yanında savaş yıllarında servetler edinmiş Türk zenginlerinin, siyaset adamlarının da ilgisini çekmiş, görece düşük olan arsa fiyatları buralarda yazlık köşkler, villalar yapılmasını hızlandırmıştır. Ahşap mimarinin yerini yavaş yavaş kâgir binaların, hatta birkaç katlı apartmanların almaya başlaması da bu yıllara rastlar.
1947’de Türk Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınan Yassıada’da, 27 Mayıs Darbesi‘nden (1960) sonra kurulan mahkemelerde Demokrat Partililer yargılanmıştır. 1950’lerden sonra, adaların toplumsal yapı ve nüfus bileşiminde önemli değişmeler olmuştur; 6-7 Eylül 1955 Olayları, 1964’te Rumların zorunlu göçe tabii tutulmaları, 1974 Kıbrıs Harekatı, 12 Eylül 1980 Darbesi gibi siyasal gelişmelerin etkisiyle başta Rumlar olmak üzere yerleşik azınlık nüfusun adaları ve Türkiye’yi terk etmesinin yarattığı nüfus gerilemesi, yine 1940’larda başlayan ama 1960, hele de 1980’den sonra hızlanan doğu illeri ağırlıklı iç göçle dengelenmiştir. Bu iç göçün sonuçları, adaların toplumsal yapısında gözle görülür bir değişme olmuştur.
Adalar’ın bir yandan seçkin ve zengin bir yazlık semt olması, öte yandan turistik yönü, Büyükada başta olmak üzere, ilçede hizmet sektörü ağırlıklı bir faal nüfusun barınmasını sağlamakta, bu sektör kendine gerekli işgücünü daha çok adalara dışarıdan gelen göçten devşirmektedir.
Demografi
Lozan Antlaşması ardından, Türkiye-Yunanistan arasında yapılan 1923 Mübadele Anlaşması sonrası başlayan göçler ve istihdam politikaları sonucu; İstanbul Adalarında da nüfus hareketleri görüldü. 1963 olayları ve daha sonraki olayların ardından da, Adalardaki Rum halkı nüfusunda azalma olmuştur. 31 Aralık 2020 itibarıyla Adaların nüfusu 16.033 kişidir. Adalar’da yaşayan azınlık nüfusunun çeşitli toplumsal, siyasi olayların sonucunda dönem dönem buradan ayrılması,yerleşim alanlarının az olması ve yeni yapılaşmaya sınırlı olanak tanınması gibi nedenlerle sürekli oturan nüfus 10 bin ile 20 bin arasında değişmektedir. Yalnızca Büyükada, Haybeliada, Burgazada ve Kınalıada’da sürekli yerleşim vardır. Yassıada uzun süre deniz kuvvetleri tesislerini barındırdıktan sonra 1990’lı yıllarda kısa bir süre için İstanbul Üniversitesi Balıkçılık ve Su Ürünleri Fakültesi‘ne devredilmiştir.
Adalar halkı, sürekli ikamet eden ve sadece yaz aylarında (yazlıkçı) ikamet edenler olarak iki gruba ayrılabilir. Adalar, yazları yoğun bir iç turizm hareketine sahne olmakta, bu nedenle de nüfus, yıl içinde önemli oynamalar göstermektedir. Adaların nüfusu yaz aylarında Nisan ve Mayıs’tan itibaren artarak, Temmuz-Ağustos aylarında Büyükada 30.000 (Sedefadası dahil), Heybeliada 20.000, Burgazada 7.000 ve Kınalıada 15.000 olmak üzere, toplam 72.000 civarına ulaşmakta, günü birlik ziyaretçilerle ilçe nüfusu 140.000 kişiyi bulmaktadır.
Son on yılda ise, Türkiyenin pek çok turistik bölgelerinde olduğu gibi; Adalarda da İran, Irak, Suriye, Arabistan ve Körfez ülkelerinden kaçak ya da yasal yollardan gelen varsıl turistlerin geçici ya da sürekli konakladıkları yerlerin başında gelmektedir. Adalarda kalıcı yaşayan yerli sakinleri ise; şimdi ve gelecekte, adanın demografik yapısından endişe etmektedirler… Konaklama için sınırlı ve yemek için yerler bulunmaktadır. Fiatlar oldukça kazık. Bilginiz olsun… Ama her şeye karşın, Adalara gidipte balık-deniz ürünleri yemeden de olmaz… Adada lahmacun yiyenleri gördüm, şaşırdım…
İstanbul’un gerdanlığı, kızıl-altın kolyesi olan Prenses Adaları, mutlaka gezilip görülmesi gerekli yerlerdendir. Yoleri gezgin derviş rehberliğinde, Anadolu’nun ya da dünyanın bir başka alternatif turizm potansiyeli olan yerlerde ve kültürlerde buluşmak dileğiyle. Dostlukla… Yolunuz ve bahtınız açık olsun…
İstanbul’un Prens Adalarını yakından tanıyalım
BÜYÜKADA
Büyükada,Prens Adaları olarak da bilinen, İstanbul Anadolu açıklarındaki; Marmara Denizi’nin doğu yakasında bulunan bu adaların en büyüğüdür.Eski Yunanca adı Prinkipos (Πρίγκηπος)’tur. Prinkipos Yunancada “Prens” anlamına gelmektedir. Marmara Denizi batısında bulunan Avşa ve Marmara Adası içinde yer alan, yaşam ve turizm merkezlerinden daha kolay deniz ulaşım olanakları olan Prens Adaları, yeni konuklarını çağırıyor, yeniden…
Coğrafya
Büyükada’nın yüzölçümü 5,4 km²’dir. Kış nüfusu 2000 yılı verilerine göre 7.320 kişidir. Evlerin çoğunun yazlık mahiyetinde olması sebebiyle yaz nüfusu kış nüfusundan çok daha fazladır. Maltepe sahiline uzaklığı 2.300 metredir. Büyükada’da biri güney, diğeri kuzeyde olmak üzere iki tepe bulunur. Güneydeki tepe, 203 metre yükseklikteki Yücetepe’dir. Kuzeydeki tepe ise 164 metre yükseklikteki Manastır Tepesi’dir.
Tarihçe
1930 yılında Karacabey mevkiindeki Rum Ortodoks mezarlığı yakınında bulunan ve Büyük İskender‘in babası Makedonya kralı II. Filip‘e ait altın sikkelerin bulunduğu Büyükada Definesi, adanın tarihine ilişkin en eski bulgudur. Hepsi 207 altın sikkeden ibaret olan define şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesi‘ndedir. Diğer Prens Adaları gibi Büyükada da Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Adalar, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un Fethi‘nden bir ay önce alınmıştır.
I. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet sonrasında Rum halkını kaybeden Büyükada’daki canlılık 1930’lara kadar büyük ölçüde kaybolmuştur. Ancak, 1940’lı yıllara doğru, Cumhuriyet dönemi devlet ileri gelenlerinin ve yüksek bürokrasinin, varlıklı kesimlerin rağbet ettiği bir sayfiye yeri olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Büyükada, bu dönemde yeni köşklerle, özenli ve zevkli yapılarla süslenmiş, İstanbul halkının günlük gezinti yerlerinin de başında yer almıştır. Adanın kuzey-güney doğrultusuna dik olarak çıkan Dil Burnu’nun iki yanındaki Yörük Ali Plajı ve Nizam Plajı, Lunapark, Aşıklar, Viranbağ kır gazinoları, korulukları, biri iskeleden başlayıp adanın tüm çevresini dolaşan büyük tur, diğeri Araba Meydanı’ndan başlayıp Dil’den, Aşıklar Kır Gazinosu’ndan Lunapark’a oradan da Maden’e geçerek binildiği noktaya dönülen küçük tur olmak üzere araba turları, Lunapark meydanındaki süslü eşeklerle yapılan geziler Büyükada gezilerinin başlıca eğlenceleri haline gelmiştir.
Tarihi yapılar
Adanın en yüksek tepesinde Aya Yorgi Manastırı ve kilisesi bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, M.S. 6. yüzyıl’da inşa edilmiştir. Bu mevkide, başka birçok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları günümüze kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır.
İsa Tepesi’nde ise Hristos kilise ve manastırı ile Rum Yetimhanesi bulunmaktadır. Rum Yetimhanesi’nin binası harabe olmasına rağmen hâlen dünyanın en büyük ahşap monoblok yapılarındanda…
Kumsal semtindeki Ayios Dimitrios kilisesi de Büyükada’nın önemli dini yapılarındandır. Adadaki çok küçük Ortodoks cemaat, büyük ayinlerini burada yapar.
Büyükada’da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii‘dir. Mimari açıdan batı etkisinde inşa edilmiş bulunan mekan, Ada Cami Sokağı’nda bulunmaktadır.
Turizm
Tarihi ve doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir. Adada ulaşım bisiklet ve elektrikli araçlar ile sağlanır.Bir dönem iç ulaşım atların kullanıldığı faytonlarla sağlanmaktaydı.
Denize girmek isteyenler için plajlar mevcuttur:
- Eskibağ Plajı
- Halik Koyu Plajı
- Prenses Koyu Plajı
- Yörükali Plajı
- Nakibey Plajı
- Kumsal Plajı
- Aya Nikola Plajı
Lev Troçki‘nin, Sovyet lideri Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929-1933 yılları arasında yaşadığı Nizam Mahallesi’ndeki ev ve ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin‘in Maden Mahallesi’ndeki evi adayı ziyaret edenlerin ilgisini çekmektedir.
Aya Yorgi manastır ve kilisesinin özel bir yeri vardır: Her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde ziyaretçilerin 200 metrelik bu tepeyi tırmanıp kiliseye ulaşınca, inancı doğrultusunda dua ettiği, niyet tuttuğu ya da şifa umuduyla siyah cübbeli bir Ortodoks papazdan dua dilediği görülebilir.
İstanbul’un ilk çağdaş kent müzesi olan Adalar Müzesi, Adaların oluşumundan bugüne gelen hikâyesini yüzlerce obje, 20 bin belge, 6 bin fotoğraf, yüzlerce belgeleme çekimi, film ve sözlü tarih kayıtlarından oluşan kuruluş koleksiyonu ile ziyaretçilerine sunmaktadır. Müze özellikle Adaların kentsel tarihine odaklanan Osmanlıca belge arşivine sahiptir. Adalar Müzesi‘nin misyonu, Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal zenginliklerinin tanınmasını sağlamaktır. Aya Nikola mevkiinde eski helikopter hangar alanı dönüştürülerek tasarlanmıştır.
Ulaşım
Büyükada’ya İstanbul Şehir Hatları, İstanbul Deniz Otobüsleri, Bursa Deniz Otobüsleri, Mavi Marmara, Prens Tur, Dentur, Turyol firmaları düzenli olarak sefer düzenlemektedir. Bostancı’dan kalkan motorlar yaklaşık 35 dakikada adaya varırken, Kabataş’tan kalkan vapurlar 1 saat 20 dakika, Kabataş’tan kalkan deniz otobüsleri yaklaşık 50 dakika, Kartal’dan kalkan motorlar ise yaklaşık 30 dakikada adaya varmaktadır. Büyükada’ya sefer yapan firmalar genelde yaz ve kış olarak 2 tarife kullanmaktadır. Bu seferlerin sıklığı da hafta içi ve hafta sonu günlerde değişmektedir. İlgili seferler tarifeler kullanılarak takip edilebilmektedir.
HEYBELİADA
Heybeliada veya Halki (Yunanca: Χάλκη, romanize: Chalki), İstanbul‘un güneyindeki Prens Adaları‘nı kapsayan Adalar ilçesinin 5 mahallesinden biri ve ikinci en büyük adasıdır. Heybeliada üzerindeki tek muhtarlık olan Heybeliada mahallesinin sınırları, adanın sınırlarıyla eş durumdadır. Adada; Heybeliada Deniz Lisesi, Bet Yaakov Sinagogu, Aya Triada Manastırı ve Heybeliada Sanatoryumu gibi kültürel yapılar bulunmaktadır. Coğrafi olarak 140 metreye yaklaşan dört tepeden oluşmaktadır. Ada, yaz-kış nüfusunun en kalabalık, gidiş-gelişin en yoğun olduğu ikinci adadır.
Gezilecek yerler
İskeleye yakın konumda Deniz Lisesi ve ona bağlı binalar durmaktadır. Bu binaların arasından geçilerek Çam Limanı tarafında, şu an faaliyeti olmayan sanatoryuma ulaşım sağlanmaktadır.
Deniz Kuvvetleri’nin elinde bulunan arazide tarihi iki eser bulunmaktadır:
Birincisi, Heybeliada’nın fethinden önce yapılmış son Bizans Kilisesi, Kamariotissa’dır. Kiliseyi son İmparatoriçe Maria Komnena’nın yaptırdığı düşünülmektedir. İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Aya Maria kilisesi dışında, dört yapraklı yonca modeline göre yapılmış tek kilisedir. Aynı zamanda Aya Yorgi (Ayios Yeorgios) Manastırı, Çam Limanı’nın batı ucunda Tarik-i Dünya Manastırı da vardır.
İkinci kalıntı, İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in elçisi Edward Barton’ın mezar taşıdır. Üzerinde imlâ yanlışları bulunan Latince bir kitabe ve Barton’ın aile arması bulunmaktadır. Bu tarihi eserler askerî arazide olduğundan özel izin alınmadan görülememektedir.
Büyük Rum Kilisesi Aya Nikola (Ayios Nikolaos) buradadır. Adalar’da kışın da açık kalan otel Panoramanın yanından geçerek yürüyünce çamlık, piknik yerlerine gelinir. Piknik alanlarının hemen ilerisinde Değirmen burnu denilen bölgeye ulaşılır. Bölgeye adını veren değirmen kalıntıları hala ayaktadır.
Fazla tarihî yapının bulunmadığı diğer tepede, geçmişi Bizans İmparatorluğuna kadar uzanan Ayia Manastırı (Trias Manastırı) ve Rum Ortodoks Ruhban Okulu vardır. Heybeliada, fetihten sonra; zaman içinde, Rum nüfusun başlıca dini eğitim merkezi olmuştur. (Dünyevi Eğitim İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesinde verilmeye devam etti). Din adamı adayları Yunanistan’dan ve Rumların bulunduğu yerlerden buraya eğitim görmeye gelmekteydi. 1970’lerde Türk hükümetiyle Rum Ortodoks Patrikhanesi arasındaki bazı anlaşmazlıklardan ötürü buradaki eğitim faaliyetlerine son verilmiştir.
Ortodoks Rum dini kurumlarının yanında 1940’larda yapılmış Beth Yaakov sinagogu bulunur. Kuzey kıyısında da Hidiv ailesinden Sait Halim’in kardeşi Abbas Halim Paşa’nın konağı hâlâ mevcuttur. Bu yapı aynı zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınar‘ın da yaşadığı konaktır.
Heybeliada aynı zamanda İsmet İnönü‘nün evini barındırmaktadır. İnönü ailesi 1924 yılında Heybeliada’ya yaz için taşınmış olup İnönü’nün ölümüne kadar burada kalmışlardır. İsmet İnönü’nün evi bugün müze olarak kullanılmaktadır.
Ulaşım
Heybeliada’ya İstanbul Şehir Hatları, İstanbul Deniz Otobüsleri, Mavi Marmara, Prens Tur, Dentur, Turyol firmaları düzenli olarak sefer düzenlemektedir. Bostancı’dan kalkan motorlar yaklaşık 25 dakikada adaya varırken, Kabataş’tan kalkan vapurlar yaklaşık 1 saat 10 dakika, Kabataş’tan kalkan deniz otobüsleri yaklaşık 40 dakika, Kartal’dan kalkan motorlar ise yaklaşık 30 dakikada adaya varmaktadır.
Heybeliada’ya sefer yapan firmalar genelde yaz ve kış olarak 2 tarife kullanmaktadır. Bu seferlerin sıklığı da hafta içi ve hafta sonu değişmektedir. İlgili seferler tarifeler kullanılarak takip edilebilmektedir.
Günümüzde adada ulaşım bisiklet ve elektrikli araçlar ile sağlanır.Bundan önceki dönemlerde ise faytonlar ile sağlanmaktaydı.
BURGAZ ADASI
Burgazada ya da Antigoni (Yunanca: Αντιγόνη Antigóni), İstanbul‘daki Prens Adaları‘nın büyüklük olarak üçüncüsü, aynı zamanda Adalar ilçesinin bir mahallesi. Yuvarlak biçimdedir ve genişliği yaklaşık 2 kilometredir. Ada üzerindeki tek tepe Bayrak Tepe’dir. Ada (bir kısmı 2003’te yanmış olan) bir kızılçam ormanıyla kaplıdır. Adanın 5 metre yakınında, adaya deniz altından kayalarla bağlı olan Kumbaros adı verilen bir adacık da yer almaktadır.
Büyük İskender‘in generali, Demetrios’un babası olan Antigone buraya büyük bir kale yaptırmıştır. Ada önce onun adıyla anılmış, sonra Yunanca kale/burç anlamına gelen Burgaz (Pyrgos) adını almıştır. Ortodoks kilisesinin en saygın patriklerinden Methodios‘un ikonakırıcılar tarafından adadaki bir mahzende yedi yıl hapsedildiği söylenmektedir. Bugün bu mahzenin üzerinde Ayios İoannis Kilisesi bulunmaktadır. Evliya Çelebi‘nin 17. yüzyılda yazdığına göre, ada halkı az sayıda Rum, Yahudi ve Ermenilerden oluşmaktadır.
En az 1 kilometre genişliğindeki boğaz Heybeliada’yı Burgaz (Antigoni) Adası’ndan ayırır. Antikçağ yazarları bu adaya Erebinthus, Bizanslı yazarlar ise Therebintos ya da Panormos adını vermişlerdir.
Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından hikâyeci Sait Faik Abasıyanık, hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir. Burgaz Adası ve diğer İstanbul Adaları, hikâyelerinde önemli yer tutmuştur. Abasıyanık’ın Burgaz’daki evi, Sait Faik Müzesi adıyla müze haline getirilmiştir.
Burgaz Adası; ağaçlarla kaplı olan Heybeliada ve Kaşık Adası‘na baktığı için manzara açısından avantajlıdır. Ada; çam ormanları, sahilleri ve zarif ahşap köşkleriyle de İstanbul’un sevilen bir köşesidir. Güzel ahşap köşklerin en çok saklandığı yerler sahil ve tepenin Kaşıkadası ile Heybeliada’ya bakan eteğindeki sokaklardır. Adanın eski plajına, iskelede vapurdan inildikten sonra sola dönülüp sahil takip edilerek ulaşılır. Adada gün batımını izleyecebileceğiniz en güzel noktalardan biri Kalpazanlaya’dır. Adanın batı yönünde olan bu tepede bir restoran bulunmaktadır. Türkiye’deki ilk kalp paranın burada basıldığı söylenmektedir. 176 m yükseklikteki Bayrak Tepe, adanın güney kıyısından yükselen dik bir yamacın üstündedir. “Hristos Manastırı” bu tepede bulunmaktadır. Günümüzde iskelenin sol tarafında yan yana birçok balık lokantası bulunmaktadır.
1928’de kurulan Burgaz Adası Sanatoryumu, Türkiye’nin en eski sanatoryumlarından biridir.
İstanbul’daki Rumların nüfusunun azalmasıyla birlikte, adadaki Rumların sayısı da azalmıştır. Buna karşılık, adada İstanbullu Yahudilerin sayısı artmıştır ve adanın nüfusunun büyük bir oranını Türkler oluşturmaktadır. Adanın sol yamacındaki Avusturya Lisesi’ne ait binalarda ise Avusturyalı rahip ve rahibeler yaşamaktadır.
Burgaz’da 6 Ekim 2003 büyük bir orman yangını çıkmıştır. Şiddetli lodosla nedeniyle bu yangında önemli miktarda ağaç yanmıştır. Adalıların ve itfaiyenin havadan ve karadan yaptıkları söndürme çalışmaları sonucu, yangın ertesi gün söndürülmüştür. Yangından sadece on gün sonra 450 dönüm arazi üzerinde başlatılan orman yeşertme çalışmalarına İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü, Adalar Belediyesi, sivil toplum örgütleri ve ada halkı katılmıştır. Çalışmalardan büyük ölçüde olumlu sonuç alınmıştır.
Ulaşım
Burgazada’ya İstanbul Şehir Hatları, Mavi Marmara ve Turyol firmaları düzenli olarak sefer düzenlemektedir. Bostancı’dan kalkan motorlar yaklaşık 30 dakikada adaya varırken, Kabataş’tan kalkan vapurlar 1 saatte adaya varmaktadır. Burgazada’ya sefer yapan firmalar genelde yaz ve kış olarak 2 tarife kullanmaktadır. Bu seferlerin sıklığı da hafta içi ve hafta sonu günlerde değişmektedir. İlgili seferler tarifeler kullanılarak takip edilebilmektedir.
Adada ulaşım bisiklet ve elektrikli araçlar ile sağlanır.Bir dönem iç ulaşım atların kullanıldığı faytonlarla sağlanmaktaydı.
SEDEF ADASI
Sedef Adası (Yunanca: Τερέβυνθος Terebinthos, Antikite’de Androvitha veya Andircuithos), İstanbul’da bulunan Adalar‘ın yerleşime açık olan en küçük adası.
İdari bakımdan Büyükada Maden Mahallesi muhtarlığına bağlıdır. 1.300 x 1.100 metre büyüklüğündedir. Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiştir. Eskiden tavşanı bol olduğu için Tavşan Adası adı da kullanılmıştır. Eski adı Terebinthos’tur. Adanın arka tarafından yerleşik olmayan Tavşan (Balıkçı) Adası ve Büyükada görünebilir.
Sedefadası da, diğer İstanbul adaları gibi Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Adanın en önemli sürgünlerinden biri, miladi 857 yılında adaya gönderilen Patrik Ignatios‘tur. Ignatios, 10 yıl adada çeşitli işkencelere maruz kalarak yaşadıktan sonra, 867 yılında yeniden patrik seçilmiştir.
Ada, 1850’de Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa‘nın mülkiyetine geçmiş, paşa adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yetiştirmiştir. Paşa’nın ölümü üzerine ada bakımsız kalmış, 1. Dünya Savaşı sırasında da adanın tüm ağaçları kesilmiştir. İstanbul’un işgali sırasında müttefiklerin eline geçen Yavuz Zırhlısı uzun süre buraya demirlemiştir.
Fethi Ahmet Paşa’nin torunları, adayı seçkin insanların yaşadığı bir yerleşim yeri yapmaya çalışmış, bu amaçla bir konut kooperatif kurmuş, binlerce ağaç diktirmiş ve villalar inşa ettirmişlerdir.
YASSI ADA
Yassıada veya Plati (Yunanca: Πλάτη Pláti), Marmara Denizi‘nde İstanbul‘a yakın küçük bir adadır. Biri sivri, diğeri yassı görünümlü olan, birbirine yakın iki metruk adadan yassı olanıdır. Eni 185, boyu 740 metre, yüzölçümü 18.3 hektar olan adanın arazisi düzdür, ancak sahilleri genellikle denize dik olarak iner. Sivriada‘ya 0.9, Burgaz Adası‘na 2.67 ve Kadıköy‘e (Fenerbahçe Adası) 6.27 deniz mili uzaklıktadır. 27 Mayıs Darbesi döneminde burada gerçekleştirilen ve Demokrat Partililerin (DP) yargılandığı Yassıada Yargılamaları ile de tanınır.
Tarihçe
Doğu Roma İmparatorluğu dönemi
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde 4. yüzyıl‘dan itibaren bir sürgün yeri olarak kullanılan Yassıada’ya, Bizans İmparatoru Theofilos (hükümdarlığı 829-842) Platea Manastırı diye bir manastır inşa ettirmiştir. 860’ta bu adada sürgün olarak kalan patrik İgnatios adanın tam ortasına bir kilise inşa ettirmiştir. Daha sonraları bu kilisenin altındaki dehlizler zindan olarak kullanıldı. 12. yüzyıl‘da Latinlerin ve 15. yüzyıl‘da Rusların istilasına uğradı.
Osmanlı İmparatorluğu dönemi
İstanbul’un Fethi‘nden sonra uzun süre adayla ilgilenen olmamıştır. 1859’da adayı satın alan Birleşik Krallık‘ın İstanbul sefiri Sir Henry Bulwer, sahilde burçları olan kaleye benzer bir bina ile adanın ortasına enteresan bir mimari üslupta, şato büyüklüğünde bir köşk inşa ettirdi.
Bulwer 1837 yılında Birleşik Krallık’ın İstanbul Büyükelçiliği kâtipliğinde bulunurken önemli bir ticaret anlaşması imzalamıştır. St. Petersburg, Madrid, Washington D.C. ve Floransa’dan sonra tekrar Mayıs 1858’de İstanbul’a gönderilmiş ve 1865 yılı Ağustos ayına kadar Büyükelçi olarak kaldığı sırada, dört tarafı kayalık, ıssız yeri beğenerekSultan Abdülmecit‘in de onayını alarak Yassıada’yı satın almıştır.
Lüks eşyalar taşınarak burada küçük bir şato şeklinde, biri batı tarafında, biri ortada olmak üzere iki bina, limonluk inşa ettirir ve asma kütükleri diktirip bahçe kurdurur. Bahçıvanlardan üretimi sorarken, bir taraftan da misafirlerini karşılar. Bahar ve yaz ayları bitince, İngiliz elçisinde birden sıkıntı görülür. Bunun üzerine Londra’da Times Gazetesi’ne ilan vererek adayı satışa çıkarılır. Osmanlı Hükûmeti için bu hiç de uygun bir davranış değildi. Kendisine epeyce dil döküldükten sonra bu kararından vazgeçirilir.
Burada dikkate değer bir rivayet de şudur: inşaat yapılırken lahit içinde çok değerli mücevherler çıkar, bunun üzerine Osmanlı Hükûmeti Bulwer’den adayı bir Türk’e satmasını ister. Bu kez arazi, bahçe, bağ ve binalar Mısır Hidiv‘i İsmail Paşa‘nın ilgisini çeker ve satın alır. Fakat o da, kısa bir süre sonra, bu şehirden uzak olan Yassıada’dan sıkılır. Tekrar birkaç bekçi ve martılardan oluşan ıssız günler başlar.
Türkiye Cumhuriyeti dönemi
Yassıada 1947’de Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış, 1949’da inşaata başlanmış ve 1952’de eğitim hizmetlerine açılmıştır. Komutanlık kuzey iskele yanındaki, bugün de duran Bulwer’in şato tipi yuvarlak köşkünü muhafaza ederek, subay ve erler için yüksek katlı lojmanlar, spor sahası, tesisler, buz deposu, yemekhane, silahhane gibi birçok yeni bina yaptırdı. 27 Mayıs Darbesi‘nden (1960) sonra burada kurulan mahkemelerde Demokrat Partililer, yargılanmıştır. Mahkeme sonunda idam cezasına mahkûm edilen 15 sanıktan Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu‘nun cezalarıİmralı Adası‘nda infaz edildi.Davaya bakan hakim ve savcılar kaldıkları Heybeliada Panorama otelinden buraya gemi ile gelip gitmişlerdir. Yassıada Yargılamaları bittikten sonra, ada yeniden Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilmiş ve buradaki eğitim faaliyetleri 1978’e kadar sürmüştür.
Deniz Kuvvetleri de burayı boşalttıktan sonra adanın ıssız günleri tekrar başlamıştır. 1993’teİstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesiiçin uygun bir çalışma yeri olarak görüldüğünden, enstitü buraya taşındı. Günde iki kez şehir hatları vapurları, hoca ve öğrencileri getirip götürmesine rağmen, uzaklık, gerekli ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırdığı için Fakülte 1995’te adayı terk etmiştir.
2013 yılında adanın ismi Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değiştirildi.2015 ile 2018 yılları arasında gerçekleştirilen çalışmalarla adada 176 kişilik bir otel ve 600 kişilik Adnan Menderes Kongre Merkezi inşa edildi. Aynı çalışmalar sırasında Yassıada Yargılamaları’nın yapıldığı spor salonu restore edilerek 27 Mayıs Müzesi‘ne dönüştürüldü. Dört yıl süren inşaat çalışmaları, adadaki tarihi eserler ve yeşil dokuya zarar verildiği gerekçesiyle eleştirilere neden oldu.
Marmara Denizi’nin tek balık çiftliği burada bulunmaktadır. Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss), 1–4 kg’lık Çelikbaş Alabalığı yetiştirilmektedir.
İstanbul’a yakın ve deniz trafiğinden uzak olduğu için hafta sonlarında şehirdeki dalış kulüpleri için eğitim alanı olarak kullanılmaktadır.
Popüler kültüre etkileri
Demokrat Parti İstanbul milletvekili olduğu için, 27 Mayıs Darbesi sonrası Yassıada’da tutuklu olan Onuncu Yıl Marşı ve Han Duvarları Şairi Faruk Nafiz Çamlıbel‘in şu dizileri anlamlıdır:
“Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada…”
İMRALI ADASI
Tarihçe
Marmara Denizinde bir Prens Adası olan İmralı Adası; Tarihçi Theophanes‘in bizzat öncüsü olduğu bilinen ilk toplu yerleşme VII. yüzyılda gerçekleşmişti. Bu tarihten sonra adanın adı “Kalolimnos” (Limanköy) olarak metinlerde yer almaya başlar. Dönemin bazı kaynaklarında “Galios/Galyos” olarak da anılır. Ancak çeşitli metinlerde adanın adı en çok “Kalolimni” şeklinde geçer.
Orhan Bey‘in komutanlarından Emir Ali’nin Bizanslılardan aldığı adanın Kalolimnos olan adı Emir Ali olarak değiştirildikten sonra, zamanla İmralı’ya dönüştü. Ada, Osmanlı Döneminde Mudanya kazasına bağlı bir nahiyeydi. 20. yüzyıl başlarına değin varlığını koruyan üç Rum köyü vardı. 1913 yılında adada 250 hane, bir okul, üç manastır vardı ve tamamı Rumlardan oluşan 1.200 kişi yaşıyordu. Adanın başlıca uğraşları soğan tarımı ve balıkçılıktı. Yetiştirilen soğanlar İstanbul’a satılıyordu. Sebze yetiştirilmediği için adalıların başlıca gıdasını balık oluşturuyordu. Lozan Antlaşmasından (1923) sonra Nüfus Mübadelesi (1924) ile adanın halkının Yunanistan’a gitmesi üzerine, İmralı Adası bir süre boş kaldı.
Türkiye‘nin ilk yarı açık cezaevi burada kuruldu. 1935’te inşaat ustası hükümlü Fahri Usta tarafından harabe halindeki bir kilisenin duvarları tamamlanarak koğuşa çevrilmesiyle faaliyete geçen İmralı Cezaevi’nin ilk konukları, cinayet suçundan ceza almış 50 hükümlüydü. 1937 tarihli Cumhuriyet Almanağı’nda, İmralı Cezaevi’nin ilk yıllarından kısa bir yazı ve yukarıdaki fotoğraflar yer alır: “Hapse mahkûm olan mücrimlerin, salah bulmuş birer vatandaş olarak yeniden hayata karışmalarını temine çalışan Cumhuriyet Hükümeti, asrî hapishaneler tesisine gayret ederken, İmralı Adası’nı bir numune hapishanesi haline getirmiştir. Buradaki mahpuslar tamamen serbest bulunmakta, ziraat işleriyle uğraşarak mahsullerinin kazancı ile kendilerini geçindirmektedirler.”
Yassıada Yargılamaları (1960-61) sonunda ölüm cezasına çarptırılan Demokrat Parti dönemi Başbakanı Adnan Menderes, dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve maliye bakanı Hasan Polatkan‘ın cezaları burada infaz edildi. Naaşları 29 sene İmralı Adasında kaldıktan sonra, 17 Eylül 1990 tarihinde buradan İstanbul’daki Anıtmezar’a nakledildi.
İmralı Cezaevi 1999’da, PKK lideri Abdullah Öcalan buraya nakledilene ve burada yargılanana kadar adadaki mahkûmların çalıştığı tarımsal işletmelerin ürünleri İstanbul ve diğer şehirlerde satılmaktaydı, mahkûmlar sabun ve konserve fabrikası gibi fabrikalarda çalışıyorlardı ve belli bir ücret alıyorlardı. Öcalan’ın gelmesiyle adadaki diğer mahkûmlar boşaltıldı ve ada Abdullah Öcalan’a tahsis edildi. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yanına 2009’da terör suçundan hüküm giymiş, PKK’lı 8 mahkûm daha gönderildi.
İmralı Cezaevi
Günümüzüde tümüyle askeri yasak bölge statüsünde olan İmralı Adası’ndaki F Tipi Kapalı Cezaevi’nin iç güvenliği Adalet Bakanlığı, dış güvenliği Jandarma Genel Komutanlığı, deniz güvenliği de Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından sağlamaktadır.[3] 2018 yılında ada üzerindeki uçuş yasağının sınırları daraltılarak, İmralı ikinci derece hava askeri yasak bölgesinin 8 bin 534 m (28 bin feet) olan dikey yükseklik sınırı, 2 bin 438 metreye (8 bin feet) indirildi.
Coğrafi özellikler
Armutlu Yarımadasının batı ucundaki Bozburun’a yaklaşık 10,8 deniz mili (20 km), Bursa, Karacabey kıyısındaki Susurluk Çayı ağzına 6,5 deniz mili (12 km) uzaklıktadır. Bursa ili sınırları içinde kalır, günümüzde üzerinde yerleşim birimi bulunmaz. Yüzölçümü bakımından Marmara, Paşalimanı ve Avşa‘dan sonra Marmara Denizi‘ndeki dördüncü büyük adadır. Yüzölçümü 9,99 km2 kıyılarının uzunluğu ise 19,4 km’dir.
Kabaca kum saati veya 8 rakamını andıran bir biçimi vardır. Kuzey-güney doğrultusunu izleyen ana ekseni 6,5 km’yi bulur. Kuzeyde 3 km’ye varan genişliği orta kesimlerde daralarak 620 m’ye kadar iner; güneye doğru yeniden genişler. Daha yüksek olan kuzey kesimi Bahritepe’de 217 m’ye ulaşır. Güney kesimi alçalarak Sığburun’da sona erer.
Sonuç
Yukarıdaki sıraladığım özellikleri nedeniyle; Yassı Ada ve İmralı Adası, iç ve dış turizme kapalıdır… Mübadele Acısını yaşayan bu halklar, Prens Adalarında artık güven ve barış içinde, bu ülkenin yurttaşları olarak kardeşçe ve dostça yaşamak istiyor. Hangi koşul ve zamanda olursa olsun; siyası ve düşünce suçundan hiç bir kimde idam edilmemelidir. İdam cezaları, bir insanlık suçudur… Ankara Ulucanlar Cezaevi gibi İmralı ve Yassı Ada Cezaevi, tarihi anımsamak açısından bir ibretlik müze olmalıdır… Bu olaylar zinciri; Dünya turizm merkezlerinden biri olan güzel İstanbul’un Prens Adaları için, bir yüz karası olarak anılmamalıdır. Prens Adaları; farklı inanç, ırk, kültür ve sanatın barış ve huzur içinde; tüm farklılıklara karşın; birlikte yaşama kültürünün örnek olarak sürdürüldüğü bir turizm merkezi özelliğini öne çıkarmalıyız… Bu güzelim coğrafyada bir çağı kapatıp, yeni bir çağ başlatan Fatih Sultan Mehmet’in ve 99. Yılını kutladığımız Mustafa Kemal Atatürk aydınlığında ilerleyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin parlayan yıldızı; bir Dünya Cenneti olan İstanbul’umuza, bu marka kente; huzur, barış ve aşk özelliği ve güzelliği yakışır… Gurbeti sılaya bağlayan yollar ve limanlar, içinden deniz akan saraylar, lale ve ıhlamur kokulu bahçeler, çan ve ezan sesi dokulu bu kutsal kent; nice sevda öykülerine, polisiye romanlara, kaçamak aşk şiirlerine esin kaynağı olan, bu gizemli ve sırdaş yedi tepeye selam olsun… Çeşmelerinden akan sebil sular ve şifalı otlar, nostalji olarak ayakta duran yalı ve köşklerden yükselen duygulu şarkıların gönlü güvercinli konuksever komşuları, kedi-köpek sevgisi ve çevre bilinci, örnek olarak balıkçı çığırtkanların ve tüm İstanbul sevdalıların yaşadıkları ve konukların merakla, hevesle ve imrenerek ziyaret edip, geldikleri yerlerin başındadır Prens Adaları.
50 yıldır “Dursun hiç durmasın” diyerek yollara düşen, dünyanın 99 haline tanıklık eden ve İstanbul’u yurt tutan rehberiniz; Modern Seyyah, Yoleri Gezgin Derviş’in eşlik ettiği; şu şarkıyı mırıldanan, deniz gözlü adalı güzellerin dudak izi ve hoş sedası; bizim Prens Adalarına yeniden gelmemiz için yeterli olur sanırım:
“Adalardan bir yar gelir bizlere / Aman Allah gözlere bak, gözlere / Hoş yaratmış Allah, çok şirinsin billah…”
Kaynak (foto ve teks): www.dursunozden.com.tr